Türkiye Komünist Partisi TKP 100. Yıl Tezleri (2. Bölüm)

VI- Türkiye orta büyüklükte bölgesel emperyalist bir güçtür

TÜRKİYE artık 60’lı, 70’li yıllarda tarif edilen „geri kalmış”, emperyalizme bağımlı, kapitalizmin az gelişmiş olduğu bir ülke değildir. Hâlâ geri kalmış, emperyalist güçlere bağımlı olan yanları vardır. Ama belirleyici olan, ülkenin tüm kaynakları yağma edilerek, çarpık da olsa Türkiye’nin kapitalist gelişme yolunda belli bir mesafe katetmiş olması, tekelci burjuvazinin uluslararası alanda iş yapan bir aşamaya ve finans kapitalin uluslararası finans kapitale entegre olan bir hale gelmiş olmasıdır. Türkiye artık orta büyüklükte bölgesel emperyalist bir güç haline gelmiş ve bölgesel bölüşümden pay almak için savaşı bile göze alabilen bir ülke olmuştur. Ama elbette o hâlâ ABD, AB, Rusya gibi büyük emperyalist güçlerden bağımsız olarak hareket edebilen küresel emperyalist bir güç değildir. Her seferinde onlara danışmak ve onlardan „izin almak” zorundadır. Ama büyük emperyalist güçler arasındaki çıkar çelişkilerinden yararlanarak bölgede kendine göreceli bir hareket sahası açabilmekte, kendi emperyalist hedeflerine doğru gidebilmektedir. 

 Özellikle AKP, Erdoğan döneminde 2000’li yılların başında uluslararası alanda yatırım alanı arayan “yüzer-gezer” Avrupa dolarının Türkiye’ye yönelmesiyle bu emperyal süreç daha da hızlandı. Erdoğan iktidarını adım adım sağlamlaştırdı. Bu gelen paralar sanayiye değil inşaata yatırıldı. Ülke ekonomisinin hacmi büyüdü, ama Türkiye ekonomik olarak gelişemedi. Gelen dolarlar ülkenin kalkınmasına, sanayi üretimine akmadı. Türkiye’de sanayi hâlâ ara malına ve dışardan gelecek dolara bağımlıdır. Gelen dolar en başta savaşa, silahlanmaya, israf ve talana, yağmaya gittiği için, ekonomik kriz sürekli derinleşmektedir.

 Krizden çıkışın yolunu Erdoğan bölgede maceracı politikalara yönelmekle aramaktadır. O, Osmanlı yayılmacılığının izinde giderek bölgede gerilimi artırmakta, ülkeyi yeni yeni savaşlara sürüklemektedir. Böyle bir politika ise Türkiye’nin çöküşü demektir. Erdoğan’ın ülke gerçeğini inkâr eden, baskı, yasak ve zindana dayalı iç politikası da bu savaş politikasının bir parçasıdır. Bu emperyalist, yayılmacı savaş politikalarına karşı çıkmak, kaynakların ülkenin kalkınmasına akmasını sağlamak günümüzde acil bir görevdir.

 VII- Savaşa karşı barış için mücadele hâlâ yakıcıdır

 Savaş emperyalizmin karakteristik özelliğidir. O savaşsız duramaz, emperyalist bloklar arasındaki çelişkilerin ve oluşan yeni güç dengesine göre dünyayı paylaşmanın yolu savaştır. Bunun için silahlanmayı körüklemektir. Büyüğü, ortası ve küçüğü ile emperyalist ülkeler nükleer silahlar dâhil hızla silahlanmakta, karada, suda ve havada askeri manevralar sıklaştırılmaktadır. ABD ve AB gibi büyük emperyalist güçler Rusya ve Çin sınırına batıdan ve doğudan askeri yığınaklar yapmakta, Ortadoğu’da, Akdeniz’de bölgesel savaşları körüklemektedir. Erdoğan Türkiye’si Ortadoğu’daki bu savaş ve gerilimin ortasında yer almaktadır. Kürtlere, komşulara saldırmakta ve tehdit etmektedir.

 Emperyalist güçlerin bu saldırganlığını geriletecek, dünyayı yaşanmaz hale getirecek ve hatta yok edecek düzeyde nükleer silahlarla yürütülecek bir paylaşım savaşını önleyecek, bölgesel savaşlara ve gerilimlere son verecek ve silahlanmaya karşı çıkacak güç; yaratılacak güçlü bir barış hareketidir. Şimdiye kadar gerilime ve savaşa karşı diyaloğu, ikili ve çoklu görüşmeleri, devletlerarası ilişkilerde maceracılığın değil aklın ve soğukkanlılığın egemen olması hep barış mücadelesi sayesinde olmuştur. Kürtlerle ve komşularıyla savaş halinde olan Türkiye’de güçlü bir barış hareketinin yaratılması, savaşa karşı barış mücadelesinin yükseltilmesi hayati bir sorundur. Barış mücadelesinin merkezinde Erdoğan’ın yayılmacı maceralarını gemlemek, Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlamak, Kürtlerle barış masasını yeniden kurmak olmalıdır. Savaş yıkımdır, açlık, yokluktur, pahalılıktır, acıdır, ölümdür, demokrasi ve özgürlüklerin yok olmasıdır. Barış yaşamdır, inşadır, halkların ve insanların dostluğu ve mutluluğudur, ülkenin refah ve kalkınmasıdır, demokrasi ve özgürlüğün serpilip gelişmesidir. Türkiye’de güçlü bir barış hareketi yaratmak önümüzde duran acil görevdir.

 VIII- Türkiye: Ekonomik kalkınması zor bir ülkedir

  1. Yüzyılda kapitalist gelişmeyi yakalayamayan ülkelerin 20. Ve 21. Yüzyılda emperyalizm koşullarında kalkınması çok zordur. Emperyalizm kendi egemenliği altında sömüreceği ve yağmalayacağı, hükmedeceği bir ülkeyi hiçbir zaman kalkındırmaz. 20. Yüzyılda Sovyetler Birliği ve reel sosyalizmin yaşadığı dönemlerde onların yardımıyla, emperyalist egemenlikten ve sömürgeden kurtulabilen ülkelerin bir kalkınma şansı vardı. Biz de ülkemizde kalkınma stratejisi olarak, ilerici ve demokratik güçlerin işçi sınıfı öncülüğünde iktidarı aldığında Sovyet ve sosyalist ülkeler yardımıyla ülkemizi kısa zamanda kalkındırabileceğimizi ve çağdaş ülkeler arasına katabileceğimizi söylüyorduk. Artık Sovyetler ve sosyalist ülkeler yok. Emperyalizm koşullarında kalkınma ise geri kalmış ve gelişmekte olan, özellikle Türkiye gibi “eşik” atlama sürecinde olan ülkeler için imkânsız denecek kadar zordur. Bunlar bir türlü eşiği atlayamazlar, ekonomileri büyür, şişer, kendileri de bölgesel emperyal konumlara yükselirler, ama ekonomik olarak gelişemezler, kalkınamazlar, emperyalizmin kıskacından bir türlü kurtulamazlar. Bunların kurtuluşları bir bütün olarak emperyalist sistemin çökmesi, yeni bir dünyanın, sosyalizme açılan özgürlükçü, eşitlikçi, adil, ekolojik, demokratik bir düzenin kurulmasıdır.

Emperyalizmin çöküşünü hızlandırmak kendi ülkesinin emperyalist güçlerine karşı mücadeleyi artırmayı, ülkenin kalkınabileceğini halka somut olarak göstermeyi, yığınları bunun için motive etmeyi gerektirmektedir. Bu da israfçı, talancı, yağmacı, yiyici, savaşçı yönetimin değişmesi ve halkın ülkenin zenginlik kaynaklarına sahip çıkması, yeni bir tasarruf, yatırım, istihdam ve üretim politikası uygulamasıyla mümkündür. Büyük emperyalist ülkeler ise bunu engelleyip ülkeyi İMF ve Dünya Bankası kredilerine bağımlı, halkı yabancı malı tüketmeye alışık hale getirmektedir. Krediler yine gelişmiş ülkelere fazlasıyla geri akmaktadır. Bu şeytan üçgenini kırmak gerekmektedir.

Türkiye bugünkü tek adam diktatörlüğü altında israfı, yağması, talanı, giderleri büyük olan, ürettiğinden fazlasını yiyen, kontrolü olmayan bir ülkedir. Özellikle devlet ve hükümet katında bunların hemen sonlandırılması ve tasarrufa geçilmesi şarttır. Türkiye karıştığı savaşları hemen sonlandırmalı, savaşa giden paralar tasarrufa ve yatırıma yönlendirilmelidir. Ülkenin yabancı paraya olan ihtiyaçtan ve bağımlılıktan kurtulması gerekmektedir. Yatırımlar için gerekli olan mali kaynağı tasarruflardan karşılamayı planlamalı, yatırımları inşaata değil, üretime, araştırma ve geliştirmeye yapmalıdır. Döviz ihtiyacını borçla değil, üretim fazlasından yapılan ihracattan karşılamalıdır. Tasarruf, yatırım, istihdam, üretim ve kalkınmayı bir bütün gören bir politika geliştirmelidir.

İlerici, devrimci Marksist solun ise “kendi yağımızla kavrulacağımız” kalkınma projesi geliştirmesi gerekmektedir. Bu proje yakın hedefte değilse de orta hedefte yığınları kazanacak, Türkiye’de değişimi sağlayacak olanprojedir.

 IX- Ekolojik yeniden üretim sürdürülebilir kalkınmadır

 Azami kâr hedefleyen kapitalist üretim doğayı, çevreyi sürekli tahrip etmekte, bitirmektedir. Değişen iklim koşulları, çevre, hava ve su kirliliği bu kapitalist üretimin bir sonucudur. Bu gidişle gelecek kuşaklara yaşanabilecek bir dünya kalmayacaktır. Acilen üretimi sınırlamak, tüketim ve israf toplumuna son vermek, doğanın tahribatını durdurmak ve onun kendini sürekli yenileyebilecek bir üretime geçilmesini savunan bir ekolojik hareket günümüzde büyük önem taşımaktadır. Ekolojik mücadele sınıf ve demokrasi savaşının önemli bir parçasıdır ve ekolojik hareket tüm dünyada büyüyerek gelişmekte, uluslararası tekellere karşı mücadelenin bir parçası haline gelmektedir.

Türkiye’de doğaya en büyük tahribat Erdoğan döneminde yapılmıştır ve hâlâ yapılmaktadır. HES’lerle Karadeniz bölgesi, altın arama adına Kaz Dağları, rant adına İstanbul, Kürt Özgürlük hareketini boğmak için barajlarla en başta Hasankeyf olmak üzere Kürdistan ve ülkenin bir çok bölgeleri mahvedilmektedir. Köylüler ve çiftçiler tarlalarının, ormanlarının ve sularının kirlenmesine ve zehirlenmesine, bölgenin ekolojik dengesinin değişmesine, çevrenin çirkinleşmesine karşı direnişe geçmekteler, ülkenin zenginliklerine sahip çıkmaktadırlar. Onların bu direnişini mühendisler, akademisyenler, aydınlar ve sanatçılar desteklemektedir.  Özellikle kırsal kesimde tarımla uğraşanlar, köylü ve çiftçiler, inşaat ve para hırsıyla Erdoğan’ın doğaya karşı bu fütursuzca saldırısı ve müdahalesiyle, onun otoriter, demokrasi karşıtı, savaşı yücelten politikası arasındaki ilişkiyi kurmaya başlamışlardır. Ekoloji bilinci yükselen, doğaya ve çevreye sahip çıkan kesimler Erdoğan’ın otoriter tek adam rejimine karşı savaşın, demokrasi mücadelesinin çok önemli bir bileşeni haline gelmiştir.

X- Kadın Hareketi: Demokrasi mücadelesinin güçlü bileşeni

 Dünyada toplumların yarısını oluşturan kadınlardır. Ama kadınlar sınıflı toplumlar oluştuğundan beri toplumsal yaşamın her alanında erkeklerle eşit değillerdir. Toplumların gelişmişlik düzeyine göre kadınlar değişik biçimlerde horlanmakta, aşağılanmakta, ezilmekte, tecavüze uğramakta, katledilmekte ve sömürülmektedir. Bir toplumun gelişmişlik düzeyinin ölçüsü o toplumdaki kadın-erkek ilişkilerinin düzeyidir. Kadınlar verdikleri çetin mücadeleler sonunda seçme ve seçilmeden, eşit işe eşit ücret, toplumsal alanda kadınlara kota uygulamasına kadar birçok haklar elde etmişlerdir. Bu mücadelelerde işçi ve emekçi kadınlar başı çekmiştir ve hâlâ çekmektedir. Tüm mücadelelere rağmen kapitalist toplumda toplumsal tam bir eşitliğin sağlanması mümkün değildir. Gerçek kadın-erkek eşitliği ve kadın özgürlüğü ancak sosyalizmde mümkündür. Bu nedenle kadın mücadelesi sınıf ve demokrasi mücadelesinin bir parçasıdır.

Türkiye’de kadınların sosyal, toplumsal zaten zor olan konumu AKP iktidarıyla birlikte daha da kötüleşmiştir. Erdoğan kadının yaşamını çocuk doğurma, mutfak ve cami arasına sıkıştırmakta, erkeğe mutlak itaat ve biatı getirmekte, dayak dâhil Kuran ve Vahabiİslam kurallarına göre bir yaşam dayatmaktadır. Kadına şiddet, sürekli artan kadın cinayetleri ve tecavüzleri Erdoğan politikasının bir sonucudur. AKP önce kabul ettiği, ama şimdi karşı çıktığı İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıyla kadını erkek karşısında tamamen haksız ve hukuksuz bir konuma düşürmektedir.

 Kadınlar Erdoğan’ın bu politikasına karşı feryat ve isyan etmektedirler. Örgütlenmekteler ve bu çağ dışı uygulamaları kabul etmeyeceklerini ilan etmektedirler. Kadınların bu çıkışları direk Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimini hedef almakta, Erdoğan’ın demokrasiyi yok etmekle kendilerine öngörülen uygulamalar arasında bağı görmekteler ve Erdoğan rejimi değişmeden kadınların durumunda bir değişikliğin olmayacağını, kadınların özgürleşemeyeceğini bilinçlerine çıkarmaktadırlar. Kadın hareketi ve mücadelesi Erdoğan’a karşı verilen demokrasi mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu hareketin güçlenmesi için demokratik güçlerin kadınların yanında yer alması gerekmektedir.   

 XI- Yeni bir ittifak politikası zorunludur

Dünya ölçüsünde emperyalist sistem objektif olarak gelişmesinin sınırlarına dayanmıştır. Üretim ilişkilerinin ve üretici güçlerin maddi gelişmişlik düzeyi toplumun kapitalizmden sosyalizme geçişinin maddi ön koşullarını yaratıyor. İnsanlık artan bir ölçüde, sırf azami kâr elde etmeyi hedefleyen, yaşamın güvencesi tabiatı mahveden toplum sisteminden tabiatı koruyan, sosyal ve ekolojik ölçütlere göre üreten bir topluma geçmenin zorunluğunu görmektedir. Bu geçişi sağlayacak güçleri kapitalist toplum her gün üretmekte, ama onların kapitalizmi yıkacak bir güce ve örgütlülüğe gelmesini engellemektedir. Bunun için gelişmekte olan ülkelerden en gelişmiş kapitalist ülkelere kadar gitgide daha fazla otoriter, faşist yöntem ve yönetimler uygulanmaktadır. Tekelci kapital böylece her gün deklase ettiği, toplumda sosyal ve ekonomik statüsünü kaybeden veya kaybetmekten korkan, bir aşağı sınıfa düşen, işsiz kalmaktan korkan veya kalan insanları ve katmanları devrimin değil kendi kontrolünde karşı devrimin, gerici, faşizan eğilimlerin tabanı yapmaya çalışmaktadır. Bunu önlemek, tüm antitekelci güçleri işçi sınıfıyla birlikte bir cephede toplamak, demokrat, ilerici, devrimci güçlerin birliğini ve Marksçı-Leninci komünist partilerini gerekli kılmaktadır. Tekellere karşı bir cephe oluşturmak için tekellerin yığınları şaşırtmak için uyguladıkları güncel ırkçı, saldırgan politikalarına karşı demokrasiyi savunan ve genişleten eylemlerle, insanları fakirleştiren ve işsizleştiren ekonomik uygulamalara karşı örgütlenen mücadelelerle yığınları kazanmak gerekmektedir.

 Türkiye’de tekellere karşı savaşta temel sorun demokrasidir, demokrasinin işler hale getirilmesidir. Bunun için Türk ırkçılığının ve şovenizminin yenilmesi, Kürt sorununu çözülmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi temelinde yeniden inşa edilmesi, bu cumhuriyette tüm Türkiye halklarının eşitlik, özgürlük ve barış içinde birlikte yaşamının sağlanması gerekmektedir. Buna ise tek millet, tek devlet, tek vatan, tek dil, tek din, tek bayrak söylemini savunanlar karşı çıkmaktadır. Bunların bu direnişini kırmak ve ülkeye demokrasi yolunu açmak ancak en geniş güçlerin demokratik ittifakını oluşturmakla mümkündür. Günümüzde bu ittifakı baltalamaya çalışan, engelleyen Erdoğan’dır, onun AKP’sinin MHP ile kurduğu faşist rejimdir. Demokratik ittifakın yaratılmasıyla Erdoğan’ın bu faşizan, baskıcı, demokrasi düşmanı tek adam rejimine, insanları yokluğa, sefalete sürükleyen ekonomi politikasına karşı savaş iç içedir.

 Günümüzdeki demokratik ittifakların ayırt edici özelliği Kürt sorunu konusunda alınacak tavırdır. Kürt sorununun, Kürtlere politik bir statüyü ön gören demokratik bir çözümü kabul etmeyen demokratik bir ittifak güdük bir ittifaktır, Türkiye’yi demokratikleştiremez ve Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştıramaz. Başta CHP yönetimi olmak üzere muhalefet partileri demokratik ittifakı Erdoğan’ı yenip parlamenter sisteme geçmekle, Kürt sorununu parlamento tartışmalarına hapsetmekle sınırlandırmaktadırlar. Bu Kürtleri Erdoğan’ın bir zamanlar yaptığı gibi oyalamak ve Kürt sorununu ipe sermektir. Buna karşı başta HDP olmak üzere devrimci ve demokratik güçlerin Türk emekçi yığınlarına, halkın tüm kesimlerine Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünün önemini anlatması büyük önem taşıyor, Yığınlardan gelecek etkinliklerle zamanla politik güç dengesi Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin gerçek demokrasiye kavuşması yönünde değiştirilebilir. Demokratik ittifakla Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimine karşı mücadele iç içedir.

XII- Demokrasiye açılan yol Erdoğan’a karşı birleşmeden geçer

 Günümüz Türkiye’sinde demokrasinin önünde en büyük engel Erdoğan’ın otoriter, faşist tek adam rejimidir. Baskı ve terörle güçlü gözüken bu rejim aynı zamanda en zayıf anlarından birini yaşamaktadır. Bugün Erdoğan’ın bu rejime karşı en geniş güçleri toplama ve birleştirme olanağı bulunmaktadır, çünkü Erdoğan uyguladığı faşizan tek adam politikasıyla halkın en geniş kesimlerini karşısına aldı. O, ülkede demokrasiyi rafa kaldırdı, toplumun her kesiminde baskı ve terör uyguluyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen „ucube” sistemle güçler ayrılığı ortadan kaldırıldı. Parlamento işlevsiz hale getirildi, hükümet, bakanlıklar Erdoğan’ın sekreteryasına dönüştürüldü, yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığı yok edildi, Erdoğan’ın direktifleri karar ve hüküm olarak uygulanmaktadır. Bekçi, polis, bürokrasi, ordu tamamen onun emrinde, baskı ve savaş sisteminin uygulayıcıları oldu. Zaten durma noktasına gelmekte olan ekonomi korona pandemisiyle çöküşe geçti. Ortadoğu’da özellikle Kürtlere karşı savaş tüm şiddetiyle devam ediyor. Erdoğan’ın bu politikasına karşı emekçi yığınlarda, tüm muhalif güçlerde tepkiler yükselmektedir, onlar zaman zaman harekete geçmektedirler: 

  • İşçi ve emekçi yığınlar korona pandemisinin yarattığı ekonomik yıkıma, işsizliğe, işsizlik fonu ve kıdem tazminatlarının talanına, yokluğa, pahalılığa, zam ve vergilere, enflasyona, açlığa karşı seslerini yükseltmekte, yer yer direnmektedirler,
  • Köylü ve kırsal kesim dağların ve suların, tarlaların ve arazilerin ekolojik tahribatına karşı savaşmakta, şehirlerde halk çevre kirliliğine, iklim değişikliğine karşı direnmektedir
  • Kadınlar erkek egemenliğine, kadın cinayetlerine, kadına karşı şiddete, AKP’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıp kadını tekrar erkek karşısında hukuksuz ve savunmasız hale getirmek istemesine karşı aktif bir mücadele yürütmekteler, kadının toplumsal dönüşümde gücünü ortaya koymakta, anneler tutuklulukta kaybolan çocuklarının akıbetini sormaktadırlar,
  • Gençler, özellikle Z kuşağı denen genç nesil baskıya, eğitimdeki kalitesizliğe, işsizliğe, sosyal medyaya getirilen kısıtlamalara karşı özgürce kendini ifade etmeyi savunmakta, güvenli bir gelecek için mücadele etmekte, dindar ve kindar bir gençlik anlayışına kaşı çıkmaktadırlar.
  • Avukatlar barolarının bölünmesine karşı aktif bir savaş yürütüyorlar, başta Odalar olmak üzere diğer meslek kuruluşları, kendi örgütlerinin bağımsızlığını savunuyorlar.
  • Muhalefet partileri Cumhurbaşkanlığı Sisteminden tekrar parlamenter sisteme geçmek, güçler ayrılığını yeniden ikame etmek, burjuva demokrasisini ve özgürlüklerini uygulamak için Erdoğan’ın tek adam rejimine karşı seslerini yükseltmekteler ve erken seçim talep etmekteler.
  • Aydınlar ve akademisyenler, “aksaçlılar” basın ve fikir özgürlüğü için, kimsenin fikir ve görüşlerinden, demokratik eylemlerinden ve ülkesi için yüklendiği demokratik sorumluluktan dolayı hapse girmediği, sürgüne gitmediği, demokratik ve özgür, laik ve modern bir Türkiye, Anadolu’nun Hanefi ve Alevi, akıl ve aydınlanmacı kültürünün korunması için, Vahabi biat ve itaat kültürüne karşı seslerini yükseltmekteler,
  • Kürtler barışçıl ve barışçıl olmayan yollardan baskıya, inkâr ve imhaya, asimilasyona karşı mücadelelerini yürütmekte, Türkiye Cumhuriyeti’nin eşitlik, özgürlük, özerklik, demokratik temelde ortak bir yaşam için yeniden yapılanmasını istemekteler.
  • HDP Erdoğan’ın başta Kürtlere karşı Ortadoğu’da yürüttüğü savaşın durdurulması ve Türkiye’de gerçek bir demokratikleşme yolunu açacak olan Kürt sorununun demokratik çözümü için, Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimine karşı direnen güçleri geniş demokratik bir ittifakta toparlamak için mücadele etmektedir. HDP’nin Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin, devrimci ve demokratik güçlerinin, aydınların, kadınların, gençlerin ve çevrecilerin ortak mücadele örgütü yapıldığı ölçüde Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimine karşı savaşta başarıya ulaşabilecektir.

 Bu mücadeleler içinde Erdoğan yenildikçe yığınlar demokratik bir Türkiye’nin yaratılmasının, Türkler, Kürtler ve diğer Türkiye halklarının ortak demokrasi mücadelesinin önemini daha çok anlayacaklardır. Demokratik ittifaka doğru yol alacaklardır. Son İstanbul yerel seçimleri buna iyi bir örnek olmuştur. Şimdi görev Erdoğan’a karşı olan tüm güçleri birleştirmek ve Erdoğan‘ı yenmek, halkı baskı, terör ve şiddetten kurtarmak, korkan değil, düşünen, tartışan ve konuşan bir Türkiye yaratmak, demokrasiye giden yolun önünü açmaktır.