AÇIKLAMA: 2023 seçimlerinin ilk turu sonuçlandı.

Haydi, 28 Mayıs’ta Erdoğan’ı göndermek için ikinci turda tüm gücümüzle sandık başına!

14 Mayıs 2023 günü halklarımız sandık başına gitti, ilk tur tamamlandı ve milletvekili seçimleri “sonuçlandı.” Cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylardan hiçbiri %51’i alamadı, seçim ikinci tura kaldı. İkinci tur 28 Mayıs 2023’te yapılacak.

Tüm hile ve manipülasyonlara rağmen Erdoğan’ı 2. Turda gönderme olanağı vardır. Bu sol ve demokratik güçlerin, devrimcilerin ve sosyalist, komünistlerin elindedir. Şimdi yığınlar içinde çalışmaya hız verilmeli, ilk turda sandığa gitmeyen veya Erdoğan’a oy vermiş olan insanlarla görüşülmeli, onların Erdoğan’ın gitmesi, yoksulluk, pahalılık, enflasyonun bitmesi, demokrasi ve özgürlüklerin, yargı bağımsızlığının kazanılması, Kürtlere karşı savaşın sonlandırılması, barış ve refahın ülkede egemen kılınması için oyların Kılıçdaroğlu’na verilmesi sağlanmalıdır. Erdoğan’ın hilelerinin ve manipülasyonlarının panzehiri yığınların oylarını tüm zorluklara rağmen kazanmaktır.

Haydi! 2. Turda Erdoğan’ı kesinkes göndermek için yeniden alanlara!

*

İlk turdan çıkarılan sonuçlar ve dersler

 14 Mayıs seçim akşamı sandıklar açılır açılmaz ve ilk sonuçlar gelir gelmez AKP’li burjuva politikacılar hemen seçimde halkın büyük bir demokrasi “şöleni” yaşadığını, halkın iradesinin “özgürlük” içinde gerçekleştiğini yaymaya başladılar. Onlara göre seçimler tüm dünyanın gıpta ettiği, eşi dünyada görülmeyen tam bir huzur içinde, bir şeffaflık örneği sergileyerek demokratik bir ortamda gerçekleşmişti.

Türkiye’de hilesiz seçim olmuyor, Erdoğan seçimi kazanacağından nasıl emin olabildi

Erdoğan döneminde hiçbir seçimde tam bir şeffaflık yaşanmadığı gibi bu kez de bu ifade büyük bir yalan ve kuru bir laf ebeliğinden başka bir şey değildi. Seçimlerde trafoya kedi bile girdiği gibi bu seçimde de hile manipülasyon, oy hırsızlığı olmuştur.

Herkesin bildiği bir gerçek var ki, Erdoğan kazanamayacağı bir seçime gitmez ve kazanamayacağı bir seçim öncesinde yerinde durmaz, yerle-göğü birbirine katardı. 2015 seçimlerinde Ahmet Davutoğlu’nun AKP’ye seçimi kaybettireceği ortaya çıkınca Erdoğan Anayasa’yı hiçe sayarak, açıkça çiğneyerek kendisi Cumhurbaşkanı olarak AKP’nin seçim propagandasını yürütmek üzere meydanlara çıkmıştı. Bu kez ise Erdoğan halkın artan pahalılık, yoksulluk, yolsuzluk, israf, ekonomik kriz ve savaş politikalarına karşı halkta büyüyen tepkiler karşısında seçimi kaybetme tehlikesine rağmen çok rahattı, sanki seçimleri kazanacağından emindi. Emindi, çünkü Erdoğan seçimi kazanmak için yapılacak hileleri en ince şekilde hasaplamış ve yürürlüğe koymuştu. Daha bir yıl öncesinde bir düzenlemeyle il ve ilçe seçim kurullarında başkan ve üyelerin kıdemli hâkimlerden değil birinci sınıf hâkimlerden olacağı uygulaması getirildi. Bu ise il ve ilçe seçim kurullarının AKP’li hâkimlerden veya AKP’nin dediğinden çıkmayacak hâkimlerden oluşturulacağı demekti. İl ve ilçe seçim kurullarının sandıklardaki ıslak imzalı tutanakların birleştirildiği, YSK’ya iletildiği, bilgisayar sistemine girildiği ilk yerlerdi. Oylar hem oy torbalarını, tutanakları teslim alma, hem onları birleştirme, hem sisteme girme esnasında her türlü hilenin yapılabileceği organlardır. İşte bu organlar AKP’nin birer şubesi gibi çalışarak yapılacak hilelere temel hazırladılar. Muhalefetin güçlü olduğu bölgelerden gelen torbalar saatlerce teslim alınmadı, kapı önünde bekletildi, sisteme girmesi geciktirildi, belki sanal oy bile kullanıldı. Böylece Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın oylarının AA verilerine göre hep önde olması sağlandı.

Seçim kazanmak demek sandıklara sahip çıkabilmek demektir

Bunun dışında sandık başlarında klasik sahte ıslak imza tutanakları düzenleme, özellikle kırsal alanlarda oy torbalarına refakat eden jandarma eşliğinde oy torbalarını değiştirme gibi oy çalma eylemleri her zaman yapılır. Ama bu sene Jandarma Genel Komutanı’nın mafya babası Çakıcı’nın danışmanının kabul etmesi, Bakan Soylu’nun YSK’ya paralel bir veri merkezi oluşturmaya kalkması veya oluşturması, polisi, jandarmayı teyyakuza geçirmesi hile tehlikesinin daha da artacağına işaret ediyordu.

Bu gelişmeler karşısında muhalefet, Erdoğan’ın sandıklarda hile yapacağından kuşku duyduğu, emin olmaya başladığı için sandık güvenliğine büyük önem verdi ve önlemler alma gereğini duydu. Müşahitler ve sandık sorumluları saptadılar, bunlar özel olarak yetiştirildiler. Onlar gece yarısına kadar sandıkların ve oy torbalarının başında beklediler. Oylara sahip çıktılar. Ama sahada görüldü ki, bunlar yeterli değildi. Birçok sandık sanki sahipsizdi. Zaten sandık başkanları büyük oranda devlet memuru, yani AKP’li idi. AKP’li devlet memuru sandık başkanı ve AKP’li, MHP’li sandık sorumlusunun ortak davranarak deneyemeyecekleri hile yoktur. Hatta birçok AKP’li ve MHP’li sayım sırasına bir güruh şeklinde içeri girip sayımı etkilemeye kalktılar. AKP’li sorumlular aldıkları görev gereği sonuçlara tekrar tekrar itiraz ederek (10-12 kere itiraz edilen sandıklar var) muhalefetin güçlü olduğu sandık sonuçlarının ilçe ve il seçim kurullarına ulaşımını ve sisteme girmesini engellemeye kalktılar. Urfa’da sandık başkanı seçmene oylarını açık kullanmaya zorlamıştır. İstanbul’un ortasında bile bazı sandık başkanları tutanağın ve seçim torbasının polise teslim edilmesine çalışmıştır. 

Veri girişinde bilgisayar programlarının artan önemi

Ama bu seçimde yeni bir hile tuzağı daha ortaya çıktı. O da sandık sonuçlarının verildiği sistem denilen bilgisayar programıyla oynamaktı. Bir gün sonra 16 Mayıs’ta sistemde yapılan hileler bir bir görülmeye başladı. Veriler bilgisayara verilirken veya verildikten sonra bilgisayar programı ayarlanarak Diyarbakır’dan, Silvan’dan İstanbul’a kadar birçok yerde Yeşil Sol Parti YSP’nin oyları MHP’ye yazıldı. Anadolu Ajansı AA’nın veri girişinde uzun süre YSP’nin oyları sabitlendi, bir artış görülmedi. Demek bu ara onun oyları MHP’ye yazılıyordu. MHP’nin oyları bu gibi hilelerle yüzde 10 civarında tutulmaktadır. Kürdistan’da devlet sürekli bu hilelere başvurmakta, ama foyası da ortaya çıkmaktadır. Özellikle bu kez devletin Kürt oylarını MHP’ye yazdırmaktaki amacı Kürtleri kışkırtmak, Kürdistan’da olaylar çıkartmaktı. Ama Kürtler sağduyularını korudular, Erdoğan’ın planlarını suya düşürdüler.

Ayrıca sandık ıslak imzalı tutanakların YSK’nın yayınlarıyla karşılaştırıldığında sayısız usulsüzlükler, yanlış veri girişleri ortaya çıkmıştır. Muhalefetin oylarından çalınıp Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın hanesine yazılmıştır. Bunlar artık usulsüzlükler değil, kasten yapılmış hatalardır, yeni hilelerdir. Bu nedenle seçim sonuçlarının belirlenmesinde bilgisayar sistemi ve programı büyük bir önem kazanmaktadır. Buraya büyük bir bilgi ve emek ayrılması gerekmektedir.

Manipülasyonun panzehiri ıslak imzalı tutanaklara sahip çıkmak ve onların sisteme doğru girişini sağlamaktır.

Erdoğan’ın başvurdurttuğu en önemli hilelerden biri seçim akşamı AA’nın verilerini temel kabul ettirerek kendi ve partisinin oy oranını yüksek, muhalefetinkini ise düşük gösterterek psikolojik üstünlük sağlamaktır. Bir farkla: Geçmiş yıllarda kendi oy oranını %70’lerden başlatırdı ve %51’de durdururdu. Sonra da “Atı alan Üsküdar’ı geçti” derdi. Şimdi ise girişi %59’la yaptırttı ve oy oranını hafifçe %50’nin altına, %49,5’e düşürttü. Ve kendisi çıkıp, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2. tura kaldığını açıkladı. Erdoğan’ın planı açıktı. 2. turda %60’ların üstünde bir oy alarak cumhurbaşkanı olmaktı. Şimdi görev onun bu oyununu bozabilmek ve 28 Mayıs’ta ülkeyi ondan, onun tek adam rejiminden kurtarmaktır. Erdoğan rakibi Kılıçdaroğlu’nun oy oranını AA’na %37-38 olarak girdirtti ve %45’in altında, %44,88’de bıraktırdı. Hedef millete muhalefetin düştüğü hezimeti ve halk tarafından tasvip görmediğini göstermekti. AA aracılığı ile yaptığı manipülasyon ve hile amacına ulaşmıştı.

Anadolu Ajansı AA artık AKP hizmetinde devletin bir kuruluşudur. Bu kuruluş sandık başında ıslak imzalı seçim tutanaklarını anında alıp ajansa yollayacak ismi sır olan bir özel firmayla anlaşmıştır. İsmi açıklanmayan bu özel firmanın AKP olduğundan ve AKP’nin sandık başındaki sorumlularından veya sandık başkanlarından oluştuğu konusunda bir şüphe yoktur. AA sandıklardan anında gelen bilgileri devlet gücüyle sandık başkanlarından veya bir görevlisinden alabilir. Gelen bilgiler gözden geçirilerek önce AKP’nin güçlü, muhalefetin zayıf olduğu sandıklar girilerek Erdoğan’a psikolojik üstünlük sağlanmakta, moral bozukluğu içindeki muhalefette “adam kazandı” diyerek iplerin ucunu bırakmakta, Erdoğan’a seçimi gümüş tepsi içinde sunmaktadır.

Bunun panzehiri ise muhalefetin, hem CHP’nin hem HDP veya YSP’nin AA gibi 194 bin seçim sandığından anında ıslak imzalı tutanakların örneğini gönderen ve onları bilgisayara girecek bir ağı ve organizasyonu yaratmasıydı. Böylece AA’ya muhalif ve rakip halka doğru bilgi, veri aktaran bir merkezin yaratılmasıydı. Maalesef bu kez de muhalefet bu beceriyi gösteremedi ve büyük bir acizlik sergiledi. Böyle bir örgütü, yani her sandık için ismen tanınan 194 bin kişi tespit edilmeden, seçim öncesinde bilgisayar sisteminde bunun simülasyonu yapılmadan, denenmeden gidilen seçim baştan Erdoğan’a hediye edilmiş bir seçimdir.  2018’de sistem çöktü denildi. Ya şimdi ne çöktü? Büyük bir ihtimalle bu partilerde egemen olan bürokratik anlayış çökmüş oldu. Sonunda ne oldu, bilgisayar sisteminde veri hilelerine rağmen AA’nın sonuçlarını YSK dâhil tüm partiler, Anka, Halk TV, Sözcü TV, Tele1 gibi muhalif kurumlar AA’nın yani AKP’nin verilerini doğru kabul etmek zorunda kaldı. Yazık, bu memlekette milyonların umut ve emeği böyle heba edilmemeliydi! Eğer muhalefet anında AA’ya alternatif doğru verileri, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun aldığı gerçek oyları yayınlayabilseydi, AA’nın gücü kırılmış, psikolojik üstünlük ele geçmiş olurdu, İstanbul’da ikinci tur yerel seçimler böyle kazanılmıştı.

Adayların belirlenmesinde parti yönetimleri tabana kulak vermedi

AA’nın ve dolayısıyla YSK’nın yayınladığı sonuçlar doğru değildir, hilelidir. Buna rağmen bu hileli sonuçlardan hareketle söylenecek yine de birkaç söz vardır. Bunlardan biri adayların tespitinde yönetimin tabandan gelen itirazlara kulak asmamasıydı. Hem CHP’de, hem HDP’de yönetimler değişik düzeyde kendi bildiklerini okudular. CHP ve dolayısıyla Kılıçdaroğlu 6’lı Masa’ya büyük bel bağladı. Şüphesiz böylesine İslamcısından, milliyetçisinden muhafazakârına kadar farklı görüşlerden partileri bir araya getirip Erdoğan’ı göndermek için bir ittifak kurmak çok önemliydi, ama bu partilerin yığınlarda veya toplumda bir karşılığı olması ve bunlar kendi yığınlarına ittifakın gerekliliğini anlatması gerekirdi.  Maalesef İYİ Parti dışında bu sağ partilerin yığınlarda çok büyük bir karşılığı olmadı. Hatta bunlar pahalılık ve geçim sıkıntısı nedeniyle AKP’ye, Erdoğan’a sırtını dönen AKP’lileri bile kazanamadılar. Akşener kazanıyor diye etrafa yaydılar ama onun da kazanamadığını seçim sonuçları gösterdi. Bu koşullarda Kılıçdaroğlu’nun kendi CHP yığınına Erdoğan’a karşı bu ittifakın gerekliliğini, uzun erimde toplumun temel sorunlarını tartışma karakteri olduğunu anlatmadan bu gerici partilere 10-15 kontenjan ayırması, çoğu gerici olan bu adaylara tabanı oy vermeye zorlaması tabanda büyük tepkilere neden oldu. Görülen o ki, CHP’ye oy vermeyen CHP’liler bile hiç de az değildi. Şimdi 2. turda bunları kazanmak gerekmektedir.

Ayrıca 6’lı Masa yığınlar arasında çalışma, ittifakın hedeflerini yığınlara anlatma yerine yıllarca masa başında işe “yaramayan” belgeler çıkarmakla meşgul oldu. Ne AKP’li, ne Refah ve MHP’li geçmişleriyle, İslami Vahabi ve ırkçı Kürt düşmanı tutumlarıyla yüzleşmediler ve ittifakı içerik olarak ileri götüremediler, bu nedenle Erdoğan’ı devirmek için güçlü bir akım, toplumda güçlü bir rüzgâr estiremediler. Kadınlara karşı İstanbul Sözleşmesi ve Kürtlere karşı saldırı konusunda Erdoğan’la aynı paralele düşmekten çekinmediler. Toplumdaki beklentiye rağmen başkanlık adayını bir türlü saptayamadı, sonunda Akşener’in de manevrasıyla yığınlar önünde itibarlarını örselediler. Bu koşullarda CHP tabanında 6’lı Masa’ya yönelen tepkiler ve bu tepkilere verilen “otoriterce” cevaplar motivasyonu kırdı. Son 15 günde Kılıçdaroğlu’nun büyük bir enerjiyle yığınlara ulaşmaya çalışması da fazla etki yapamadı. İktidarın “çantada keklik” olmadığı, iktidarın insanlara dokunan uzun vadeli, örgütlü bir çalışma gerektirdiği bir kez daha ortaya çıktı. Buna rağmen şimdi 2. turda ittifakla birlikte her bir oyu kazanmak için yeni bir çalışma yapılması gerekmektedir.

TİP en temel Marksist-Leninist ilkeleri çiğnedi

HDP’nin veya Yeşil Sol Parti’nin içinde olduğu Emek ve Özgürlük ittifakında da TİP ve diğer bazı sol partilerin kendi logolarıyla seçime katılmak istemeleri tartışmalara neden olmuştur. Tartışmalar sonunda TİP Emek ve Özgürlük İttifakı çatısı altında kendi logosuyla girmekte dayatmacı bir tavır sergiledi. HDP ve Yeşil Sol Parti yöneticileri de ittifakı bozmama, ittifakı uzun erimli yaşatma adına TİP’in dayatmasına boyun eğdiler. Bu HDP ve Yeşil Sol Parti tabanında tepkilere neden oldu. Çünkü dönem ayrı çıkmak değil, Erdoğan’ı devirmek için yığınların karşısına birlik olarak çıkmak, onları birlikte demokrasi ve özgürlük mücadelesine çekmek, Türk, Kürt ve Türkiye halklarının demokratik cumhuriyet mücadelesinin birlikteliğini ortaya koymaktı. Oysa böyle bir anlayış TİP’te yoktu. O bu konularda bencil bir tutum sergiledi. Yüzde 3 oya ulaşarak hazine yardımı alma planı yaptı, bunun için HDP’ye oy vermez iddiasıyla burjuva sol liberal veya demokrat Kemalist oyları alma adına kendi dar grupçu çıkarlarını işçi sınıfının, demokrasi mücadelesinin ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinin üstünde tuttu. Bu tutumuyla hem ittifaka, hem Erdoğan’ın tek adam rejimini devirme mücadelesine büyük zararlar verdiğini görmek istemedi. TİP için önemi olan %3 oy, gerisi teferruattı.

TİP’in Yeşil Sol Parti ile ortak liste çıkartmamasının sonuçları çok ağır oldu. TİP’in özellikle “biz Doğuda Kürt illerinde aday göstermeyeceğiz, Yeşil Sol Parti’yi destekleyeceğiz, Batıda da biz aday göstereceğiz, Yeşil Sol Parti de bizi destekleyecek” gibi açıklamaları seçmenin, tabanın tepkisine neden oldu. Bu TİP’in ve YSP’nin birbirine rakip olması demekti, Batıda geçmişte HDP’ye oy veren seçmeni YSP’den uzaklaştırdı. TİP’in aldığı oylar daha çok sol milliyetçi liberal kesimlerden oldu. Hatta bu kesimlerin oylarını alabilmek için TİP milletvekili Ahmet Şık ezilen halkın milliyetçiliğinin demokratik bir karakter taşıdığı Marksist-Leninist ilkeyi çiğneyerek Kürtlere faşist demekte bir beis görmedi. Oysa onun bu tutumu Türk solunun Kürt konusunda gerçek tutumunu yansıtıyordu. Bu tutum aynı zamanda Kürt düşmanlığını temel politikasını direklerinden biri yapan Erdoğan’a da bir destekti.    

TİP bu tutumuyla; mücadelesini sınıfa, demokrasiye, Kürt halkının özgürlük mücadelesine, emperyalizme karşı savaşa adamış, bunları çalışma ve mücadelesinin merkezine oturtmuş olan adını gaspettiği 60’lı yılların TİP’inden fersah fersah uzaktır. Nasıl SİP devletten aldığı güçle TKP isminin üstüne çöktüyse SİP-TKP’den gelen Erkan Baş da TİP’in üstüne çökmüş durumdadır. Bu gaspçılık Türk soluna galiba yağma, talan üzerine kurulu tarihsel bir burjuva mirasıdır.

Seçimler asla adil değildi, Erdoğan devleti tepe tepe kullandı

Erdoğan her seçimde olduğu gibi bu seçimde dedevlet olanaklarını en geniş şekilde kullandı. Ama bu seçimin ülke için tarihsel kader seçimi, yani Erdoğan’ın geleceği söz konusu olan bir seçim olduğu için Erdoğan’ın devleti kullanması zirve yaptı. Devletin tüm olanaklarını, uçağını, valisini, kaymakamını, polisini, ordusunu, hazinesini, bütçesini tepe tepe kullandı. Kesenin ağzını aştı. Doğal gazın bir ay bedava olacağını açıkladı. Emekli, işçi, memur maaşlarına zamlar yapıldı. Son iki ayın bütçe açığı 400 milyar lira, Merkez Bankası’nın döviz rezervi Nisan ayında 17,7 milyar dolar eksildi. Tüm bunlar Erdoğan’ın seçim kampanyası için harcandı. Muhalefet ise bu olanaklardan yoksun olarak eşit olmayan koşullarda seçimlere katıldı. Erdoğan ise tüm olanakları halkın oyunu, iradesini satın almaya çalıştı.

Muhalefetin seçimlere eşit koşullarda girmediğini gösteren önemli faktörlerden biri medya, basın alanıdır. Erdoğan Türkiye’de basının, medya’nın %95’ini kontrol etmektedir. Bu büyük bir güçtür. Yığınları manipüle etmekte bu dev medya ve basın Erdoğan’ın elinde büyük bir olanaktır. Muhalefetin ise %5’lik bir medya ve basın kuruluşuyla Erdoğan’la rekabet etmesi mümkün değildir. Türkiye’de, Anadolu’da halkın enformasyon kaynağı sosyal medya değil hâlâ radyo ve televizyondur. Bunların da %95’i Erdoğan’ındır. Anadolu’daki Erdoğan’ın oy gücü elinde tuttuğu bu medya sayesindedir. Erdoğan ayrıca devlet televizyonu TRT’yi de kendi özel malı gibi kullanmaktadır. TRT’nin her partiye eşit konuşma olanağı tanıma ilkesi Erdoğan tarafından çiğnenmiş, geçtiğimiz seçim kampanyasında Erdoğan TRT’de 35 saat konuşurken muhalefet lideri Kılıçdaroğlu ancak 32 dakika konuşabilmiştir.

Seçim kampanyasında korku ve saldırı Erdoğan’ın yöntemidir

Erdoğan yalnız maddi ve fikirsel olarak değil seçim kampanyası süresince güç gösterisi bakımından da muhalefetten güçlüydü. Elindeki paramiliter güçleri ortalığa saldı. Muhalefetin özellikle HDP’nin veya Yeşil Sol parti’nin ve CHP’nin seçim bürolarına saldırılar düzenlendi. Son olarak HDP ve Yeşil Sol partiye düzenlenen bir operasyonla yüzlerce seçim aktivisti tutuklandı. HDP’ye karşı açılan kapatma davası ise demoklesin kılıcı gibi HDP’nin üstünde sallandırıldı. Kapatma tehlikesi karşısında HDP kendi adına değil, Yeşil Sol Parti içinde seçime girmek zorunda kaldı. Bu ise bu seçimin adil olmadığını gösteren en önemli faktördür, kimi Kürt seçmenler bu karışıklıktan dolayı başka partilere oy vermiştir.

Ayrıca Erdoğan bu seçimde Anayasayı, yasaları, kendi koyduğu kuralları çiğnemekte büyük bir cüret sergiledi, bilerek suç işledi. Kendisini daima güçlü bir başkan, “Reis” olarak gösterdi. Anayasa’ya göre iki kezden fazla aday olunamaz. Ama Erdoğan tüm itirazlara rağmen 3. kez aday oldu. Yine eskiden seçim ilanından sonra İçişleri, Adalet ve Ulaştırma bakanları seçimin sağlıklı geçmesi, devletin sandıklara müdahalesinin olmaması için istifa ederlerdi. Erdoğan bu uygulamaya bu kez de uymadı. Soylu gibi bir İçişleri Bakanı görevde kaldı, seçimde hile yapılmasının önemli bir nedeni oldu. Emrindeki polis ve jandarmayı göstererek halkta sürekli darbe ve müdahale konularında gözdağı verdi. Esasında korku ve kutuplaştırma Erdoğan’ın da bu seçimlerde temel tutumu oldu. Erdoğan rakibi Kılıçdaroğlu’na terörist koruyucusu, PKK yanlısı olarak sürekli saldırdı, halkta Kürt düşmanlığını körükledi. Bunun karşılığı da seçim sonuçlarında görüldü. İslam dini, Türk milliyetçiliği, PKK ile mücadele bu seçimlerde yığınların tutumun belirleyen faktörler oldu. Bu koşullarda yapılan seçim asla adil olamaz.

Halkımızın „değiştirilemeyen“ irade beyanı!

 Bu seçim çok önemliydi, tarihi idi, ülke kaderinin, geleceğinin belirleyecek bir seçimdi. Türkiye otoriter, gerici, İslami-faşizan Erdoğan’ın tek adam rejimine, onun hak, hukuk, adalet tanımaz keyfi yönetimine, insan haklarını, demokrasiyi, özgürlükleri hiçe sayan uygulamalarına, yoksulluğu, işsizliği, enflasyonu, hayat pahalılığını çekilmez kılan, kendi şahsi çıkarları için israfı artıran, ülkeyi, hazineyi, doğayı yağmalayan, ülke ekonomisini krize sürükleyen politikasına, Ortadoğu’da Kürtlere ve komşulara karşı savaş politikasına dur mu, devam mı diyecekti. Şu ana kadar ki seçim sonuçları halkın Erdoğan ile devam edeceğini göstermektedir. Bu ise liberal aydınlarda halkın seçim tercihi konusunda bir tartışma açılmasına neden oldu. Onlara göre ülkenin demokrasi ve özgürlüklerden, bağımsız yargıdan yoksun olması, hayat pahalılığının, enflasyonun artması halkın seçim tercihinde etkili olmamaktadır. Din ve milliyetçilik daha etkendir. Onlar bu halkı tanıyamamış olmaktan hayıflanmaktadırlar. Bir yerde halkı suçlamaktadırlar.

Oysa sol ve demokrasi güçlerinin asla halka tercihleri nedeniyle kızmaya hakları yoktur. Zira bu halk 1960’dan beri hemen hemen her 10 yılda bir darbe yaşamıştır. Her darbe halkın düşünsel birikimini almış götürmüştür. Sol ve demokratik güçler, işçi sınıfı ve sosyalist hareket ezilmiştir. TKP hâlâ yasaktır, sosyalist partiler yasaktır, Marksist düşünce yasaktır. Kısaca bu ülkede düşünmek yasaktır. Bu koşullarda halkı tercihini din ve milliyetçilik yönünde yapıyor diye suçlamak burjuva aydın hastalığıdır. İlerici düşünsel önderleri olmayan halk bizim gibi gelişmemiş ülkelerde egemen güçlerin etkisi altındadır

Marks ve Engels “bir toplumda egemen olan görüş, egemen olan sınıfın görüşüdür” der. Yığınları egemen güçlerin etkisinden kurtarmak, bir umudu yaratmak ve gerçekleştirmek için o ülkede işçi sınıfı hareketinin, komünist partisinin güçlü olması gerekir. Türkiye’de buna ek olarak ezilen ulusun, yani Kürtlerin özgürlük mücadelesiyle dayanışma içinde olması gerekir. Bunlar olmadığı sürece maalesef yığınlar egemen sınıfın ideolojik görüşlerinin etkisi altında kalmaya ve ona göre tercihini yapmaya mahkûmdur.

18.05.2023           TKP-1920                             www.tkp-online.com