Açıklama

Açıklama

15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’ni Erdoğan’ın faşist rejimine karşı demokrasi mücadelemizde yaşatalım!

BU yıl 15-16 Haziran İşçi Direnişi’nin 50. yılı. Zafer ve yenilgilerle dolu yarım asır! Ama daha çok yenilgilerle dolu bir dönem. Zaferlerimiz büyüktü, ama yenilgilerimiz de büyük oldu. Zaten bunu bugün hem işçi ve sendikal hareketin, hem uluslararası  ve Türkiye komünist hareketinin içinde bulunduğu durum gözler önüne sermektedir. Her şeye rağmen bugüne ışık tutacak dersler çıkarabileceğimiz zengin deneylerle dolu  bir işçi ve komünist hareketi tarihimiz vardır.
15-16 Haziran 1970 yalnız işçi sınıfımızın değil tüm Türkiye sol, devrimci, demokratik güçlerin gurur duyacağı bir gündür. O gün; işçi sınıfının nasırlı elleriyle demir yumruğu tüm gücüyle burjuvazinin kafasına indi, ilk kez burjuvazi işçi sınıfı karşısında bir yenilgi aldı, geri adım attı, işçi sınıfı büyük bir zafer kazandı. Hâlâ Türkiye’de işçi sınıfı kendiliğinden sınıf mıdır, kendisi için sınıf mıdır gibi tartışmalarına kesin bir son verdi. Tüm dünyaya, eşe dosta Türkiye işçi sınıfının ulusal ve uluslararası arenada bilinçli, örgütlü ve savaşkan bir sınıf olduğunu ortaya koydu.
Geçtiğimiz yüzyılın 60’lı ve 70’li yılları Türkiye’de işçi sınıfının politik ve sendikal mücadelesinin, köylülerin toprak ve kooperatif savaşlarının, gençliğin ve aydınların antiemperyalist demokratik mücadelesinin yükseldiği yıllardı. 15-16 Haziran bu mücadelelerde bir dönüm noktasıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan beri işçi ve komünist, sol ve demokratik hareket sürekli ağır baskılarla karşı karşıya kalmıştır. 60’’lı yıllarda işçi sınıfı, sol ve demokratik güçler legal doğmakta olan olanakları hızla değerlendirmiş, 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi, TİP ve 1967 yılında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK kurulmuştur. Bir yanda gençliğin 68 hareketi, diğer yanda işçilerin politik, sosyal ve ekonomik haklar için mücadelesi çığ gibi büyümüştür. İşçiler yıllardan beri “hapsedildikleri” Türk-İş’in Amerikan sendikacılığından kopup DİSK’in devrimci, mücadeleci sınıf ve kitle sendikası anlayışına doğru kaymaya başlamışlardır. TİP ve DİSK hızla büyüdüler ve güçlendiler, toplumda sosyal ve demokratik dönüşümün öncüsü oldular.
Özellikle üretimde, fabrikalarda yaşanan gelişmeler sermayeyi, burjuvaziyi korkuttu. Şimdiye kadar Türk-İş’te örgütlü işçiler yığınsal olarak DİSK’e geçmeye başladılar. Zira işçiler DİSK’de sınıf olarak kendilerini ifade edebiliyorlardı. DİSK’in “söz ve karar tabanındır” belgisi sözde kalmıyor, işçiler bunu iş yerlerinde hayata geçiriyorlardı. Grev, toplu sözleşme kararları tabanda alınıyor ve uygulanıyordu. Bu yepyeni anlayışla DİSK işçiler için çekim merkezi olmuştu. Sermaye, burjuvazi bu gidişi durdurmak, DİSK’i bitirmek, en azından işçilerin Türk-İş’ten DİSK’e geçmelerini önlemek istiyordu. Bunu sağlamak için hükümet, o zamanki Demirel Hükümeti, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü rafa kaldıran bir yasa hazırladı. Yasayı hızla Meclis’ten, Senato’dan geçirip, Cumhurbaşkanına imzalatarak yürürlüğe koymak istedi. Bunun üzerine işçiler 15 Haziran’da hem Anadolu, hem Avrupa yakasındaki fabrikalarda işi bırakıp direnişe geçtiler, sokağa döküldüler. Direnişe Türk-İş’in örgütlü olduğu fabrikalardan da işçiler katılınca, işçiler sel gibi Anadolu yakasında Kocaeli, Gebze, Pendik, Kartal’dan Kadıköy’e, Avrupa yakasında Levent, Eyüp, Alibeyköy, Bakırköy’den Eminönü’ne akmaya başladı. Polisin kurduğu barikatları ezip geçti. O gün 100 bin işçi sokaktaydı. Sermaye, hükümet işçilerin direnişi karşısında çaresizdi. Soluğu gece yarısı sıkıyönetim ilan etmekte buldu. Bu kez sokaklara ordu barikatlar kurdu. Ama ertesi günü, 16 Haziran’da işçiler daha kalabalık olarak meydanlara aktılar. Askerin barikatlarını dinlemediler. Tankların üstüne çıktılar, yürüyüp gittiler. Asker de fayda etmedi. İşçi sınıfı çatışmalarda üç şehit verdi. Onları bağrına gömdü, mücadelelerinde yaşattı. O gün 150 bin işçi sokaklardaydı. Direnişin büyüklüğü ve gücü herkesi şaşırttı. Hükümet çareyi grevleri, tüm eylemleri iki ay ertelemekte buldu. TİP yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürdü. Anayasa Mahkemesi kabaran yığın hareketleri karşısında zaten “sakat” olan yasayı iptal etti, işçiler zafer kazandı.
15-16 Haziran topluma “hak verilmez alınır”ın  nasıl olacağını gösterdi. Sokağa nasıl çıkılacağını, sokağa çıkmadan hak alınamayacağını, hükümete geri adım attırılamayacağını, boyun eğdirilemeyeceğini ortaya koydu. Sokağa çıkmak için yığınlarda“tabanın söz ve karar sahibi” olduğu bir örgütlülüğün gerekliliğini gösterdi. Bunlar günümüzde Erdoğan’a karşı demokrasi mücadelesinde paha biçilmez deneylerdir. Tam da 15 Haziran’da HDP’nin “Darbelere karşı demokrasi” için sokaklara çıkması çok anlamlıdır. Erdoğan’ı yenecek olan “tabanın söz ve karar sahibi” olma anlayışıyla örgütlenen ve sokağa çıkan yığınlar olacaktır. Devrimcilerin, komünistlerin görevi burada yığınlara yardımcı olmaktır.
Burjuvazi bu yenilgiyi sindiremedi. Yükselen işçi hareketi ve gençlerin ve aydınların antiemperyalist demokratik mücadelesi karşısında çareyi darbede buldu. 12 Mart 1971’de yapılan darbe işçilerin gençlerin üzerinden silindir gibi geçti, Ama ne işçi sınıfı ne de devrimci gençler yılmadı. Karşı devrim devrimci gelişmeyi tam boğamadı. 70’li yıllarda devrimci hareket yeniden yükseldi. İşçi sınıfı komünist hareketle, TKP ile bağlandı. Yeni bir atılım yaptı. DİSK daha da güçlendi. Burjuvazi yükselen devrimci hareketi boğmak için Devlet Güvenlik Mahkemeleri DGM’leri kurmaya karar verdi. Bunun durdurulması gerekiyordu. Bu da ancak sokağa çıkmakla mümkündü. DİSK işçileri genel greve çağırdı. İşçiler yine sel gibi sokaklarda aktı. “DGM’yi ezdi”, yeni bir zafer yazdı. Bunu Taksim dev Bir Mayıs gösterileri izledi. DİSK güçleniyor ve güçlendikçe burjuvaziye meydan okuyordu. Bu dönemin, zamanın ruhunu en iyi ifade eden  DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in Nazım’dan adapte ederek söylediği
Burjuvazi,
Kavgaya davet etti bizi
Davetleri kabulümüzdür! Sözleri olmuştur.
Burjuvazi bu devrimci yükselişi yine bir karşı devrimle ezmeye yöneldi. Ordu ABD’nin de izniyle 12 Eylül 1980’de faşist bir darbeyle iktidara el koydu. Bu kez ordu parlamentonun, devrimci güçlerin üstünden tam bir silindir gibi geçti. Bu darbenin etkisi ve sonuçları günümüzde hâlâ sürmektedir. Türk solu tam olarak ezildi, darmadağın oldu. Belini hâlâ doğrultamıyor. Bunda reel sosyalizmin yıkılmasının da büyük etkisi oldu. Ama esas neden kendisindedir. Kürt sol ve demokratik hareketi ise kendini hızla toplayan ve savaşa geçebilen hareket oldu. Kürt halkı özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadeleye geçti. Kürt halkının bu özgürlük ve demokrasi mücadelesine Türklerden destek gerekmektedir. Türk devrimci ve demokrat hareketi ise hem politik ve ideolojik, hem örgütsel olarak bu dayanışmadan maalesef çok uzaktır.
Türk komünist ve sol, demokratik hareketinin bu duruma düşmesinin en önemli nedenlerinden biri TKP’dir, TKP’nin TİP’le birleşmesidir, bu birleşmenin itici gücü ola Nabi Yağcı ve çevresidir. Bu birleşme yalnız TKP’de dğil tüm Türk solunda politik, ideolojik ve örgütsel bir likidasyona, bir yozlaşmaya, bir ilkesizliğe ve çürümeye neden olmuştur. Avrupa’ya iltica eden kadrolar, özellikle sendikacı kadrolar devrimciliği bırakmışlar, Avrupa işçi ve sendikal hareketindeki devrimci mücadelesini değil, uzlaşmacı, mücadele ruhu ölmüş, işçi menajerliği anlayışına sahip sosyal demokrat sendikacılığı benimsemişler ve ülkeye döndüklerinde bu anlayışları DİSK’e  empoze etmeye başlamışlardır. Eğer bugün DİSK yalnız işçi sınıfını değil tüm gençleri ve demokrasi güçlerini ve Kürt Özgürlük Hareketini kapsayan ve savunan eski DİSK değilse bunun sorumlusu Nabi Yağcı ve çevresidir, onun likidasyon hareketidir. DİSK eğer yeniden 15-16 Haziran’ı yazan, DGM’yi ezen, Bir Mayıs mitingleri yapan, “tabanın söz ve karar sahibi” olduğu DİSK olmak istiyorsa, acilen Nabilerin mirası olan uzlaşmacı sendikacılıktan kurtulup işçi sınıfını ve demokrasi güçlerini kapsayan sınıf ve kitle sendikacılığına geri dönmesi gerekmektedir. Bu ancak komünistlerle, Marksistlerle kaynaşarak olur. 60’lı ve 70’li yıllardan çıkarılacak en büyük ders işçi sınıfı hareketiyle komünist hareket buluşmadan sınıf ve demokrasi mücadelesinin yükselemez, başarıya ulaşamaz olmasıdır. 60’lı yıllarda DİSK ve TİP’in dirsek teması ile 70’li yıllarda DİSK ve TKP’nin dirsek teması yükselen isçi sınıfı hareketinin ve gençliğin antiemperyalist demokratik hareketinin güç kaynağı olmuştur. Bugün buna her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç vardır.
TKP 1920                     www.tkp-online.com