DKP ve TKP – 1920’nin Mustafa Şahin Yoldaş’a Veda Toplantısı
17 Ocak 2022 tarihinde yakalandığı akciğer kanserine yenik düşen Alman Komünist Partisi DKP’nin ve Türkiye Komünist Partisi TKP – 1920’nin üyesi, enternasyonalist, Marksist-Leninist, komünizm davasına ardıcıl bağlı Mustafa Şahin Yoldaş’a, 5 Şubat 2022 tarihinde, çalıştığı DKP’nin Karl-Liebknecht Parti Okulu’nda yoldaşlarının düzenlediği devrimci bir anma toplantısıyla veda edildi. Toplantıya ailesi, çocukları, DKP ve TKP – 1920’den yoldaşları, dostları, farklı Türk sol, komünist ve devrimci hareketinden, Kürt Özgürlük Hareketi’nden temsilciler katıldı. Toplantı ATTF-İşçi Korosu’nun söylediği devrimci marşlar ve TKP Marşı’yla açıldı.
DKP’den Klaus Yoldaş’ın konuşması
İlk konuşmayı DKP yönetiminden Klaus yoldaş yaptı. Klaus yoldaş Mustafa’nın bir enternasyonalist olarak DKP’de yaptığı çalışmaları anlattı. Mustafa’yla birlikte DKP’ye Türkiyeli işçi göçmenlerin ilgisinin arttığını, onların birçoğunun DKP’ye üye olduğunu, DKP saflarında çalıştığını, Parti Okulu’nun bir toplantı yerinden öteye onlara bir yuva olduğunu, Mustafa’nın başlattığı bu çalışmaların devam edeceğini belirtti. Klaus, özellikle Mustafa’nın Parti Okulu’ndaki çalışmalarına vurgu yaptı, onun parti seminerlerine katılan yoldaşlarla kurduğu ilişkilerin, onlara gösterdiği ilginin, onlarla yaptığı tartışmaların her seferinde onlar üzerinde derin izler bıraktığını söyledi. Mustafa “okulun ruhuydu” dedi. Okulun bu ara baştan aşağı yenilendiğini, Mustafa’yı yenilenmiş parti okulunda yeni görevler beklediğini, ama Mustafa’nın okulun yeniden açılışını göremeden, yeni görevlerine başlamadan aramızdan ayrılmasına DKP’li yoldaşların duyduğu büyük üzüntüyü belirtti. Ama bu çalışmaların Mustafa’nın izinde yürütüleceğini vurguladı, ailesine, tüm yoldaşlarına başsağlığı diledi.
Yoldaşlarının ve oğlunun konuşması
Alman yoldaşın konuşmasından sonra Mustafa’yı seven müzisyen arkadaşları katılanlara onun sevdiği Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Çerkezce türküler dinlettiler. Müzik dinletisinden sonra TKP – 1920 adına M. Oktay Deniz yoldaş bir konuşma yaptı. (Yoldaşın konuşmasını aşağıda veriyoruz.) Daha sonra Mustafa’nın da içinde bulunduğu farklı politik görüşlerden Türkiyeli sol ve devrimci örgütlerin oluşturduğu Türkiye’de Erdoğan’ın faşizan tek adam rejimine karşı “Hayır” girişiminden, ATİK’ten yoldaşlar konuşmalar yaptılar ve Mustafa’nın demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde tüm sol güçleri kapsayıcı çalışmaları üzerinde durdular ve Mustafa’nın bu uğraşılarına sol çevrelerde büyük bir saygı duyulduğunu vurguladılar. Son olarak Mustafa’nın oğlu bir konuşma yaptı, sevgili babasına duyulan saygı ve ilginin acısını dindirdiğini, babasıyla olan “acı-tatlı güzel anıları” anlattı ve babasının 1985’de siyasi mülteci olarak Avrupa’ya çıktıktan sonra TKP yöntemiyle düştüğü ayrılık nedeniyle partisinden ayrılmanın ona verdiği derin acı ve hüznü, yaşadığı değişimi anlattı. Parti Okulu’ndaki çalışmaların onu dirilttiğini, ama esas olarak son yıllarda TKP – 1920’de ve “Durum” dergisinin çıkarılmasında çalışmaya başladıktan sonra canlandığını belirterek, “Mustafa tekrar kendine geldi, eski Mustafa oldu, O’nun o hüzünlü yaşamdan çıkıp yeniden kanatlanması, tekrar yaşamla bağ kurmuş olması bizim için en büyük teselli” dedi. Tüm katılanlara, onunla birlikte çalışan yoldaşlarına, dostlarına teşekkür etti. Toplantı söylenen “Enternasyonal Marşı” ile son buldu. Aşağıda toplantıda M. Oktay Deniz Yoldaş’ın konuşmasını veriyoruz.
Değerli dostlar, değerli yoldaşlar, sevgili Onur ve Deniz, sevgili Nuray,
Bugün bir komüniste, bir enternasyonaliste, bir Marksist-Leninist’e veda ediyoruz. Yaşamını sosyalizm ve komünizm mücadelesine, işçi sınıfının, emekçilerin, tüm insanlığın baskıdan ve sömürüden kurtuluşuna, Türkiye’nin demokratikleşmesine, başta Kürt halkı olmak üzere tüm Türkiye halklarının özgürleşmesine, onların eşit haklı demokratik bir cumhuriyette barış, huzur ve refah içinde birlikte yaşama savaşına adamış bir yoldaşa, bir dosta, sevgili Mustafa Şahin’e veda ediyoruz.
50’li yıllarda Burdur’da başlayan, 70’li yıllarda İstanbul’da İGD ve TKP saflarında, 1980 askeri darbesinden sonra da çıkmak zorunda kaldığı siyasi mültecilik yolunda Almanya’da hem TKP, hem DKP saflarında devam eden mücadele dolu bir yaşam, yakalandığı akciğer kanserine yenik düşerek 2022 yılı Ocak’ında Leverkusen’de sona erdi.
Mustafa gibi komünist olabilmek
O göreceli genç yaşta, beklemediğimiz bir anda aramızdan ayrıldı. Bizleri yalnız bıraktı. Oysa O’nun inandığı komünizm davasında, uzun yıllar saflarında çalıştığı her iki partisinde, TKP’de ve DKP’de yapacağı daha çok işleri vardı. Biz biliyoruz ki, o ölümcül hastalığından çok, bu işleri başaramadan gitmek zorunda kalmasına üzüldü. O öylesine ince ruhlu, duygulu, duyarlı bir insandı ki, kanser hastalığına yakalandığını, üzülmesinler diye en çok sevdiği arkadaşlarına, yoldaşlarına bile söylemedi. Söylemedi, zira kendisi de bu hastalığı kabul etmedi, komünist devrimci inadıyla “ey hastalık ben seni yeneceğim, hastaneden çıkacağım, daha yapacak işlerim var” diyordu. Her telefon görüşmemizde, “bir şeyim yok yakında çıkacağım” diyor, benimle Türkiye’de yapacağımız, planladığımız işleri konuşuyordu. Bir gün telefona cevap vermeyince içime korku düştü. Şakak kötü haberi ulaştırdı. Mustafa kanserdi ve komadaydı. Birden onunla verdiğimiz mücadeleler, Berlin’e gidip gelişinde yaptığımız tartışmalar bir şerit gibi gözümün önünden kaydı gitti. O çok değerli iyi bir insandı, çünkü gerçek bir komünistti. Çok fedakârdı, zorda olan herkesin yardımına koşardı. Eli açıktı, kalbi temiz ve genişti, insan sevgisiyle doluydu. Gösterişi yoktu. Kariyeristlerden, böbürlenenlerden hoşlanmazdı, Sade, mütevazi bir yaşamı vardı. Sessizdi, candandı, ama oportünistlerin, döneklerin, iki yüzlülerin, işçi sınıfı davasına ihanet edenlerin, Sovyetler Birliği’ne Marksizme-Leninizme saldıranların dersini de anında verirdi. Bu yüce değerleri o inandığı komünizm davasından, öğrendiği Marksizm-Leninizm ilkelerinden alıyordu. “Bir hümanist, bir sosyalist, bir komünist, bir devrimci nasıl olmalı?” dendiği zaman, herkes “Mustafa gibi olmalı!” diyebiliyordu.
İşte böyle bir yoldaşı kaybettik. Acımız büyük, ama bir o kadar da tesellimiz büyük, çünkü Mustafa bizlere mücadelelerle dolu örnek bir yaşam bıraktı.
68 kuşağının mücadeleleri içinde büyüyen bir devrimci
Mustafa daha 60’lı yıllarda, gençlik çağında, ortaokul ve lisedeyken ülke sorunlarına ilgi duymaya başlamıştı. Türkiye neden geri kalmıştı? Bir avuç zengin refah içinde yaşarken, halkımız neden yoksul ve fakirdi? Neden işçinin işi, köylünün toprağı yoktu? Bu sorular onun kafasını meşgul ediyor, çözümün ne olabileceği konusunda da fikir üretmeye çalışıyordu. Bu yıllar, Türkiye’de bu konuların en yoğun tartışıldığı yıllardı. “Türkiye’nin kurtuluşu emperyalist-kapitalist sistemde mi, yoksa sosyalist-komünist sistemde mi? Serbest piyasa ekonomisinde mi, yoksa planlı kalkınma ekonomisinde mi?” Türkiye toplumu bu konuda iki kutba ayrılmıştı. Bir yanda gericiler ve sağcılar, faşistler: Demireller, Erbakanlar, Türkeşler ve başta Milli Türk Talebe Birliği MTTB olmak üzere, içinde bugünkü Erdoğan’ın kadrosundan olan eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski meclis başkanlarından İsmail Kahraman ve Bülent Arınç, eski İçişleri Bakanlarından Abdülkadir Aksu ve Beşir Atalay, eski Dışişleri Bakanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu ve daha nicelerinin bulunduğu faşist-islamist gençlik örgütleri bulunuyordu. Diğer yanda solcular, komünistler, devrimci sendikacılar, gençler ve demokratik güçler: Türkiye İşçi Partisi ve DİSK, içinde Deniz Gezmişlerin, Mahir Çayanların, İbrahim Kaypakkayaların, Sinan Cemgillerin ve daha nicelerinin bulunduğu Dev-Genç vardı. Gericiler ülkenin kalkınması için emperyalizm uşaklığını, iş birliğini ve serbest piyasa ekonomisini savunuyorlardı. Onlar 6. Filoyu kendilerine kıble yapmışlardı. Bugün Türkiye’nin başına bela olan ve o zaman Kanlı Pazar’ı örgütleyen Erdoğan ve tayfasıyla, Mustafa ve 68 kuşağı daha 60’lı 70’li yıllarda savaşmaya başlamışlardı. O zaman devrimciler ise ülkenin ancak emperyalistlerden bağımsızlaşarak demokrasi ve sosyalizmle, planlı ekonomiyle kalkınabileceğini söylüyorlardı. Bu söylem bugün için de geçerlidir, ülke için hâlâ kalkınma modelidir. O zaman ülkede emperyalizme, ABD’nin ve Nato’nun üslerine, Amerikan 6. Filosu’na karşı miting ve yürüyüşler, kapitale karşı işçi grev ve direnişleri, köylünün toprak işgalleri ülkede devrimci bir durumun yükselmesine yol açıyordu. O dönemin kuşağı gibi, Mustafa da bu eylemlerin içinde büyüdü, Türkiye İşçi Partisi TİP’in ve devrimci gençlerin saflarında yer aldı.
Bu mücadelede, sosyalistler ve devrimciler 1971 askeri darbesiyle büyük bir yenilgi aldılar. Devrimci mücadelenin önde gelen liderleri, Denizler, Çayanlar, Kaypakkayalar, Cemgiller katledildiler, TİP kapatıldı, DİSK baskı altına alındı. Ama Türkiye işçi sınıfının, halkın, gençlerin ve aydınların direnişi karşısında cunta hükümeti geri adım atmak zorunda kaldı. 1973’de sivil yönetime geçildi.
TKP 1973 Atılımı ve Mustafa
Tam bu sırada Türkiye Komünist partisi TKP gerçekleştirdiği 1973 Atılımıyla Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçilerle, gençler ve aydınlarla bağlar kurmaya başlamıştı. 1971 yenilgisinden dersler çıkaran işçi sınıfı ve sendikalardan, gençler ve aydınlardan büyücek bir kesim dünya ölçüsünde giden kapitalizmle sosyalizm arasındaki sistem savaşında sosyalist sistemim safında yer almaya ve bu sistemin bir parçası olan TKP ile bağlar kurmaya karar verdiler. 70’li yılların ortasından sonra TKP, işçi sınıfı, gençler, aydınlar ve kadınlar, köylüler arasında hızla örgütlenmeye başladı. 1970’lerde Üniversite tahsili için İstanbul’da olan Mustafa kendisini bu komünist hareketin içinde buldu. Zira onun için de Türkiye’nin kurtuluşu dünya çapında kapitalizmin yenilgisi ve sosyalizmin zaferiyle mümkündü. Bunun gereği de komünist olmak ve mücadeleyi TKP saflarında yürütmekti. Mustafa da böyle yaptı.
O Parti’ye, TKP’ye girdi ve Parti onu gençleri örgütlemekle görevlendirdi. “Gençliğin yolu işçi sınıfının yoludur” diyerek İGD’nin kuruluşunda ve özellikle İstanbul’da örgütlenmesinde yer aldı, İGD’nin ilk Genel saymanı oldu. İGD kısa zamanda üniversite, lise ve işçi gençliği arasında hızla örgütlendi. Türkiye’nin en büyük gençlik örgütlerinden biri oldu ve TKP’nin legal gençlik örgütü konumuna geldi. İGD, “Yolumuz işçi sınıfının yoludur” diyen İKD, Birlik-Dayanışma Hareketi ve diğer yığın örgütleriyle birlikte DİSK’in Taksim’deki dev Bir Mayıs mitinglerine, Maden-İş’in grevlerine, işçi direnişlerine, üniversitede öğrenci eylemlerine katıldı, gelmekte olan faşist tehlikeye karşı antifaşist bir cephenin oluşturulması için çalıştı. Mustafa tüm bu mitinglerin örgütlenmesinde, eylemlerin düzenlenmesinde bir İGD’li, bir TKP’li olarak en ön saflarda aktif görev aldı.
Bu dönemde ABD’nin ve işbirlikçi burjuvazinin çatıştırdığı Demirel yönetimindeki Milliyetçi Cephe hükümetleri işçi sınıfının ve demokratik güçlerin direnişi karşısında uzun ömürlü olamıyordu. Yerine gelen Ecevit hükümetleri, demokratik güçlerin desteklemesine rağmen tutarlı adımlar atamıyordu. Gericilerle devrimciler arasında bir pat durumu vardı. Gericiler ve faşistler, Milliyetçi Cephe hükümetlerinden aldıkları güçle devrimci gençlere saldırıyor, cinayetler işliyorlardı. 5 binden fazla genç şehit düştü. Demirel ülkeyi 70 Cent’e, İMF’ye muhtaç etmişti. İMF’de 24 Ocak 1980 kararlarıyla Demirel’e bugün uygulanan neoliberal politikaları kabul ettirmiş, ama Demirel bu kararları işçi sınıfının ve devrimci güçlerin direnişi karşısında uygulamaya koyamamıştı. Bir NATO ülkesi olan Türkiye’de yükselen sınıf savaşları ve antiemperyalist devrimci mücadele, politik ve ekonomik istikrarsızlık ABD için tehlikeli bir boyut almaya başlamıştı. ABD’ye göre bu duruma son verilmesi gerekiyordu. ABD 12 Eylül 1980’de “our Boys” dediği Evren yönetimindeki generalleri göreve çağırdı ve faşizan, sonuçları bugüne kadar süren bir darbe yaptırdı. Solculara, devrimcilere, komünistlere, sendikacılara, gençlere, kadınlara, aydınlara ve demokratik güçlere karşı ülkede bir sürek avı başladı. Bunların büyük bir çoğunluğu illegaliteye geçti. Binlercesi tutuklandı, idam ve ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Canını kurtarabilen bazı gençler ve aydınlar, sendikacılar Avrupa’ya çıktı.
12 Eylül darbesi ve illegalitede legal çalışma
12 Eylül darbesi Türk solunun üstünden silindir gibi geçmişti. Ağır bir yenilgi alınmıştı. Yeniden toparlanması, ayağa kalkması kolay olmayacaktı. 12 Eylül’ün ezemediği tek güç Kürt Özgürlük Hareketi’ydi. Bu hareket PKK ve Öcalan önderliğinde 1984 senesinde silahlı direnişi başlattı. Bu direniş bugüne kadar yükselerek sürmekte ve Türkiye politikasını derinden etkilemektedir. Artık şu açıktır ki, Türkiye’de Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’nin demokratikleşmesi, sınıf savaşının yükselmesi, politik ve ekonomik bunalımdan çıkılması mümkün değildir.
12 Eylül darbesinden sonra Mustafa birçok kişinin yaptığı gibi hemen Avrupa’ya çıkmadı. Ülkede kaldı. Çünkü O, illegalitede legaliteyi sağlayarak ülkede kalmayı ve yaşamayı başarmıştı. Faşizan bir askeri rejimde legal nasıl yaşanabileceğine örnek vermişti. İnşaat demedi, hamallık demedi, iş seçmedi, sürekli iş buldu ve çalıştı. Kendini çevresine sevdirdi, saydırdı. İllegalken kendini böylece legalleştirdi. 5 sene böyle yaşadı. Ama sonunda çevresi daraldı, Avrupa’ya çıkmak zorunda kaldı. 1985 senesinde Almanya’ya geldi.
80’li yıllar: değişen Sovyetler ve TKP’de likidasyon
1985 senesinde ise TKP ve dünyada Sosyalizm değişmeye, Avrupa’ya çıkan kadrolar yozlaşmaya başlamıştı. Bilen Yoldaş geri çekilmiş, TKP’nin başına Nabi Yağcı gelmişti. Sovyetler’in başına da Gorbaçov getirilmişti. İkisi de uzlaşmacı, reforrmist, revizyonist, oportünist, likidatördü. Gorbaçov uyguladığı Glasnost ve Perestroyka politikasıyla Sovyetler Birliği’ni ve reel sosyalizmi dağıttı, emperyalizme teslim etti. Kapitalizmin yeniden tek başına dünyaya egemen olmasını sağladı. Nabi Yağcı ise Gorbaçov’dan aldığı destekle TKP’yi TİP’le, TSiP ve Kemalist Dev-YOL’a varıncaya kadar, diğer sol grup ve partilerle birleşme politikasını uyguladı, partiyi dağıttı, likide etti. Marksist-Leninist TKP, Kemalist Dev-Yol’la birleşiyordu. Bu ateşle suyun birleşmesi gibi bir şeydi, sınıfa ihanetti. Tam bu sırada ortalığı boş bulan Troçkist SİP’liler devletin yardımıyla TKP ismini gasp ettiler. 1920 yılında Mustafa Kemal’in kurduğu sahte TKP gibi bunlar da devlet icazetli bizim “SİP-TKP” dediğimiz TKP’yi oluşturdular. Bunu Türkiye’de komünist partisi kurmanın yasak olmasına rağmen yaptılar. Devletin planı açıktı. Mustafa Suphilerin, Bilenlerin devrimci geleneğini boğmak, TKP ismini yozlaştırmak, onun Marksist-Leninist ideolojisini Kemalist ideolojiyle değiştirmekti. Nabi Yağcı ve şürekası bu gelişmeler karşında sesiz kaldılar, partiyi burjuva Kemalist devlete teslim ettiler. Bunları yaparken onların yürekleri bir an olsun sızlamadı.
DKP saflarında çalışma yılları
Ama Mustafa’nın yüreği sızlıyor, içi kan ağlıyordu. Arkasındaki kaya gibi partisi TKP, dağ gibi Sovyetler Birliği yok olmuştu. Alınan yenilgi ağırdı. Ama, Ne yapmalıydı? Kapitalizm, emperyalizm, sömürü, baskı dolu-dizgin gidiyordu. Kazanılan haklar bir bir geri alınıyordu. Bu durumda komünist suskun kalamazdı, işlevsiz duramazdı, örgütsüz olamazdı. Mücadele etmek gerekiyordu, mücadele de örgüt gerektiriyordu. Mustafa düşündü, etrafına baktı, kararını verdi. Yaşadığı ülke Almanya’da bir komünist partisi vardı: DKP. Komünist enternasyonalisttir, Tüm komünist partiler O’nun partisidir. Yeter ki, O komünist partisi Marksçı-Leninci bir parti olsun! DKP böyle bir partiydi. Mustafa gitti Krefeld’te partiye girdi, DKP’ye üye oldu. Kısa zamanda çalışmalarıyla, mütevaziliği ile, ideolojik Marksçı-Leninci kararlı, ardıcıl tutumuyla yoldaşlarının güven ve saygınlığını kazandı. DKP, böylesine gelişmiş, güvenilir bir yoldaşı Karl-Liebknecht Parti Okulu’nda görevlendirdi. Mustafa okulun tüm teknik ve idari işlerini üslendi. Seminere gelen Alman ve diğer uluslardan yoldaşların sevgisini kazandı. Okulun kalbi ve ruhu oldu. Mustafa’nın yönetiminde, onun misafirperverliğinde parti okulu bir başka çekicilik kazandı. O okul binasının yenilenmesinde bilfiil aktif çalıştı. Binanın şimdi çok daha güzel ve kullanışlı olduğunu söylüyordu. Ne var ki, o açılışı görmeden aramızdan ayrıldı. Üzülerek gitti.
Okul, Mustafa için Türkiyelileri DKP’de örgütlemenin de bir yolu oldu. O, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, devrimci, demokrat, politik yönüne bakmadan eski-yeni solcu demeden okulun kapısını tüm Türkiyeli devrimcilere açtı, onların toplantılarını okulda yapmalarını sağladı. Zamanla onlardan bazılarını DKP’ye kazanmayı ve Leverkusen’de güçlü bir parti birimi oluşturmayı başardı. Onların çoğu bugün aramızda bulunmaktadır.
Mustafa Alman işçi sınıfı saflarında çalışıyordu, ama Türkiye’yi asla unutmadı. İşçi sınıfı ve emekçilere karşı ceberrutlaşan, Kürtlere karşı savaş açan, terör estiren, ülkeyi politik ve ekonomik uçuruma sürükleyen islami-faşizan Erdoğan’ın tek adam rejimine karşı ülkede hukuk, adalet, demokrasi ve özgürlük için savaşan işçi sınıfı, Kürt, Türk tüm Türkiye halklarıyla Almanya’dan dayanışma örgütlemek gerekiyordu. Mustafa fark gözetmeden tüm Türkiyeli sol, demokratik örgütlerin bir araya gelmesinde, Erdoğan rejimine karşı bir “Hayır” girişiminin oluşturulmasında önemli bir rol üslendi, bu girişimin yaşatılması ve çalışması için canla başla uğraştı. Artık Erdoğan rejimine karşı bu girişimi, bu örgütlülüğü yaşatmak yoldaşlarının Mustafa’ya sözleri olmalıdır.
TKP – 1920: Mustafa’nın yaşamında önemli bir dönüm noktası
Mustafa’nın yaşamında önemli bir dönüm noktası 2000’li yıllarda Şiko ve Yelkenci yoldaşlarla tanışması oldu. Şiko ve Yelkenci yoldaşlar TKP’de 1973 Atılımı’nı gerçekleştiren, 80’li yıllarda Parti’de, Politbüro’da Nabi Yağcı’nın TİP’le ve diğer partilerle birleşme politikasına karşı çıkan ve bunun bir likidasyon olduğunu söyleyenlerdi. Bu yoldaşlar parti disiplini gereği uzun zaman susmuşlardır. Ama devlet SİP’lilere bir TKP kurdurunca onlar da “susmak buraya kadar” deyip, TKP’yi 1973 Atılımı’nda olduğu gibi yeniden ayağa kaldırmak için harekete geçmişlerdi. Onlar Batı Almanya’da ve Türkiye’de hâlâ Marksçı-Leninci ilkelere, Suphi-Bilen geleneğine bağlı TKP’li arıyorlardı. Tanıdıkları ve tanıştıkları eski TKP’lilerle toplantılar yapıyorlardı. Bu toplantıların yapıldığı yer Mustafa’nın çalıştığı Karl-Liebknecht-Parti-Okulu idi. Bu toplantılardan bir şey çıkmadı, zira Nabi Yağcıların verdikleri tahribat çok büyüktü. Kadrolarda burjuva demokrasisini mutlaklaştırma, kariyerizm, legalizm hastalığı egemen olmuştu. Şiko ve Yelkenci onlara TKP’nin ancak Marksçı-Leninci temellerde, Lenin ve Stalin dönemi dahil Sovyet deneyinden dersler çıkararak, tarihte Ermenilere ve diğer halklara karşı işlenen soykırımlarla yüzleşerek, Kemalist ideolojiyle hesaplaşarak, Kürt halkının ayrılma dahil kendi kaderini belirleme hakkını savunarak ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni destekleyerek, Erdoğan’ın islamist faşist iktidarına karşı en geniş güçlerin ittifağını oluşturarak ayağa kaldırılabileceğini, teoride birliğin sağlanması gerektiğini söylüyorlardı. Zira devrimci teoride açıklık olmadan devrimci pratik de olmazdı.
Bu tartışmalar sürecinde bu kadroların çoğu Şiko ve Yelkenci’den uzaklaştıkça, Mustafa, Şiko ve Yelkenci ile birlikte çalışmaya başladı ve “TKP’yi yeniden ayağa kaldırmakta ben varım!” dedi, “TKP’siz olmaz, TKP Nazım’ın dediği gibi bizim ‘dünümüz, bugünümüz, yarınımız’dır, ‘en büyük ustalığımız, en ince hünerimiz’dir, ‘aklımız, yüreğimiz, yumruğumuz’dur!” dedi ve ne yapmamız gerektiğini sordu. Yapılacak iş belliydi: Eski kadrolardan hâlâ Marksçı-Leninci kalanları bulmak ve Marksçı-Leninci yeni kadrolar yetiştirmekti. Mustafa dedi ki, “benim Türkiye’de İGD’den tanıdığım çok yoldaş var, gideyim, onları bir ziyaret edeyim”. Şiko ve Yelkenci ona “git, ama yapacağın görüşmelerden hayal kırıklığına uğrama” diye özellikle tembihlediler. Zira eski yoldaşların çoğu bu davayı terk etmişlerdi. Mustafa gider, eskiden çok sevdiği bir yoldaşı ziyaret eder ve o Mustafa’ya “Almanya’da ne yapıyorsun?” diye sorar. Mustafa’da “DKP’de çalışıyorum” der. O eski yoldaş da “deli misin, git Linke’ye, kariyer yaparsın” der. Mustafa ona şöyle bir bakar ve der ki: “Mustafa Şahin asla kariyerist ve oportünist olmaz, haydi eyvallah!”
Komünistte memur zihniyeti olamaz
Mustafa, eski yoldaşlardan bazıları ile ilişki kurar, ama büyük çoğunluğundan bir şey çıkmayacağı tesbitini yapar. Diğer yandan Türkiye’de arayış içinde olan büyük bir genç işçi ve öğrenci kitlesiyle tanışır. Ve kararını verir, TKP’yi kalkındıracak olan kadrolar buralardan çıkacaktır. Mustafa devrimci bir yığın insanıydı. İşçilerle, gençlerle çabuk ilişki kurar, onları kazanırdı ve yetiştirirdi. Ama Mustafa, bu gençleri kazanmak için Türkiye’de kalıp onlar arasında sürekli çalışmak gerektiğini saptar. Mustafa bunun için “Türkiye’ye yerleşmek, bir ayağını Türkiye’ye atmak, Türkiye’de yaşamak şart” der. Bu ise maddi ve mali kaynak gerekmektedir. Mustafa’da memur zihniyeti yoktu. Parti maaş verecek, sen de devrim yapacaksın. Mustafa’ya göre devrimci, komünist kendi yaşam olanaklarını da kendi yaratır ve Parti’ye de yardım eder. Mustafa bunun da planını yapmıştır. Türkiye’den emekli olmak. Bu konuda gerekli olan ödeme için eski bir tanıdığına kredi çektirir, emekli olur, emekli aylığı ile iki-üç senede bu krediyi öder. Şimdi sıra bir ev almaktadır. Ama tam bu sıra korona pandemisi ortaya çıkar. Yoldaşları Mustafa’ya Türkiye’ye dönmeyi geçici olarak tehir ettirirler. Pandemiyi beklemek, bir müddet daha Almanya’da çalışmak gerekir. Mustafa bu dönemde “Durum” dergisinin çıkarılmasında aktif görev alır.
TKP yeniden ayağa kaldırılacaktır
Artık partiyi kalkındırmak için önce geniş bir sempatizan çevresi yaratmak gerekmektedir. İnsanların tekrar kendi sorunlarına sahip çıkmasını, kendi kurtuluşunun kendi ellerinde olduğu bilincine varması gerekmektedir. Bu da işçi, emekçi, genç, kadın ve aydınların baskıya ve sömürüye karşı, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesine çekilmesiyle, faşizme, savaşa, sömürüye, enflasyon ve işsizliğe karşı bir hareket yaratmasıyla mümkündür. Komünistlerin Türkiye’de islami faşizan Erdoğan rejiminin yağma ve talanına, Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşa, bu savaşın yarattığı ekonomik yıkıma karşı halk yığınlarının tepkisinin yanında ve içinde olması gerekmektedir. TKP bu mücadeleler içerisinde yeniden yaratılacaktır. Mustafa bu konularda ilk adımları attı. Onun attığı adımları ilerletmek bizim Mustafa’ya sözümüz olsun. Partimiz bu zor dönemde çok değerli, mücadeleci, Suphi ve Bilen çizgisine, Marksizm-Leninizm ilkelerine bağlı devrimci yiğit bir yoldaşı, örnek bir savaş erini kaybetti. Yoldaşları O’nun mücadelesini yaşatacaktır. Hepimizin başı sağolsun.