Nabi’ye mektup

Merhaba Nabi, Berlin, 19.1.2004

Tustav sitesinde yazılarını ve verilen cevapları okudum. Tarihe tanıklık adına yaptığın bazı açıklamalar ve ileri sürdüğün bazı görüşlerin beni dehşete düşürdü. Onun için „kişisel“ konulara girmiyeceğim, öncelikle bu konular üzerinde duracağım:

1- 73 Atılımının mayası ve döl yatağı iddiası:

73 Atılımını 60 sonrası TIP’e, TIP’den kopuşlara bağlıyorsun ve bunun 73 Atılımının „mayası“, „döl yatağı“ olduğunu söylüyorsun. Bu doğru değildir ve gerçekleri yansıtmıyor. Zira TKP’nin mayası Marksizm-Leninizmdir ve onun Sovyetler Birliği ve enternasyonal işçi ve komünist hareketiyle olan enternasyonal bağıdır. TKP’liler kuruluşunda bu „döl yatağında“ geliştiler, bu „maya“ içinde yoğruldular ve Osmanlı artıkları üzerinde daha sonra kurulan Cumhuriyet topraklarında bu „mayayı“ yaydılar. TKP bütün zorluklara ve aldığı ağır darbelere rağmen, yaptığı kongre ve konferaslarla, çıkarttığı yayınlarla, legal ve illegal çalışmalarıyla, hata ve başarılarıyla, kendi içinde yaptığı kavga ve tartışmalarıyla, olumlu ve olumsuz yanlarıyla Türkiye işçi ve emekçileri, aydınları arasında bir çekim merkezi oldu ve yılmaz savaşlarıyla büyük bir birikim yarattı. Bu 60 darbesinden önce de, sonra da böyle olmuştur. Bu birikimin etkileri Türkiye’deki bütün legal ve illegal faaliyetlerde görülmüştür. Bunlardan bir tanesi de Türkiye Işçi Partisidir. Bütün bu legal ve illegal hareketlerde yer alan öncülerin ve militanların, isimlerinden bağımsız olarak, hepsinin anası yine TKP’dir. O’nun da mayası Marksizm-Leninizmdir.

TKP’nin bu belirleyici özelliği her dönemde kendisine özgü bir biçimde ortaya çıkmıştır. 60 döneminde TIP’in içinde ve dışında ortaya çıkan ve senin de sözünü ettiğin gruplar bu çerçevede ele alınmalıdır. Adı geçen grupların ve diğerlerinin, TKP saflarında yer almaları konusu bu birikimin doğal bir sonucu olarak ortaya çıktı. TKP’nin güçlendirilmesinde bu bir olanaktı. Bu olanak gerçekleşebilirdi de, gerçekleşmeyebilirdi de. Bu işin bir yanıdır. Diğer yanı ise, ister bu gruplar arayıp bulsunlar, – ki bu niçin başkasını değil de TKP’yi arıyor sorusunu gündeme getirir-, ister TKP’nin kendisi bu grupları arayıp bulsun, her iki halde de bu olanağı TKP doğru bir şekilde değerlendirdi ve bu olanağı gerçeğe dönüştürdü. TKP bu kararıyla bu grupların dağılmasını ve başıbozukluktan kurtulmasını, kısa bir dönem de olsa, sağlamıştır. Bunlar partiye alınmasalardı, bu grupların geleçeğı ile ilgili perspektifleri ne olabilirdi sorusu bu grupların da iyi düşünmesi gereken bir sorunudur. Ama partinin güçlenmesi veya kaderi bu gruplara hiçbir zaman bağlı olmadı ve olmayacaktır da. Ama böylesi durumlarda yine doğru adımlar atmaya devam edecektir.

Kaldı ki, TKP daha 60’lı yılların başında partiyi güçlendirme ve Batı Avrupa’daki Türkiyeli işçiler ve öğrenciler arasında çalışma kararı almış, kardeş partilerle yoğun temasa geçerek kararları hayata geçirmeye yönelmiştir. 60’lı yılların ortasında parti yönetimi Batı Avrupa’da ilk köprü başlarını kurmuştur. Işin temeli sayıca az üyesi de olsa, TKP nin markscı-leninci bir yönetime sahip olmasıdır. Bu yönetimin partiyi yeniden ayağa kaldırmak için aldığı kararları hayata gecirecek ideoloik, politik ve örgütsel çalışmaları başa almasıdır. „Bizim Radyo“, „Yeni Çağ“, „Yurdun Sesi“, “TKP NIN SESI“gibi yayınların düzenli bir sekilde yapılmasi „ATILIM“ in çıkarılması bu döneme rastlar. Bu yayın organları yeni yeni insanları bir araya getirdi, verilen ideolojik ve politik savaş örgütsel boyutuyla birleşti, biçimlendi ve geniş yığınlar arasında TKP’nin itibarını arttırdı.

1970 de PB aldığı bir kararla, yeni bir program ve tüzük hazırlama çalışmalarına başladı. 24 Mayıs 1973’de de partinin bu çalışmalarına ek olarak, parti üst yönetiminde değişiklik oldu, Politbüro güçlendirildi, biri felçli 3 kişiden oluşan PB’nun sayısı 5’e çıkarıldı. Bu partinin tarihinde yeni bir dönüm noktası oldu. 73 Atılımıyla TKP illegal ve legal alanda çalışmalarına daha da bir hız verdi, Batı Avrupa’da kurulan köprübaşları Türkiye’ye uzatıldı.

Bu mücadelenin doğruluğu yankısını o ana kadar TKP dışında olan şu veya bu nedenle TKP’ye ulaşamamış insanları ve değişık grupları etkilemekte gösterdi, TKP’ye üye olmak onlar için haklı olarak bir şeref meselesi haline geldi. Bundan daha güzel ne olabilirdi ki… Bu o zaman olduğu gibi, halen kedisini TKP’li olarak gören her komünist için de geçerli olduğu kanısındayım. TKP’nin mayası, değişik mayaların karışımından meydana gelen bir „kokteyl“ değildir. Onun mayasiıML bilimidir. Bu bilimi benden-senden çok çok önceleri TKP uygullamaya geçti. Ülkede devrimci fikirleri bular yaydı, bütün eksiklik ve hatalarına rağmen bunu görmemezlikten gelmenin anlamı ne? 1960 öncesi ve sonrasında kurulan partiler de TKP liler yokmuydu? Bu durumu yani TKP lilerin legal alandaki etkisini ,Tüstav’ın çıkardığı yayınlarda, tam değilse bile görmek mümkün değilmi? Dış ve iç nedenlerden kaynaklanan zorluklara rağmen, TKP nin dollaylı da olsa ortaya koyduğu birikim ve belirttiğin gruplların üzerinde etkisini niçin görmemezlikten geliyorsun? Yoksa bu da mı senin tarih anlayışının duvarına çarpıyor? Bu soruları çoğaltmak mümkündür.

73 Atılımının TIP’le ve diğer örgütlerle bir ilgi ve ilişkisi yoktur. Her parti gibi TKP’de 73 Atılımıyla kendine yeni bir çeki-düzen vermiştir. TKP’nin mayasını, sizin gibi değişik partiden olan veya olmayan insanların partiye alınmasıyla karıştırmak insanı çok ciddi hatlara sürükler. Çünkü bu durum dediğin gibi olsaydı, sen ve senin gibi partiye alınan kişiler olmasaydı 73 Atılımı olmayacağı veya 73 Atılımının sana bağlı olduğu sonucuna götürürdü ki, bu çok yanlıştır. Bunu belki bilinçli olarak böyle söylemiyorsun ama, yazdıklarından doğal olararak bu anlayış çıkmaktadır. Kaldı ki, 73 Atılımını tarihsel açıdan, bu atılımdan sonra partiye giren kişi ve kişilere bağlıyarak geri götürmek de mümkün değildir. Parti 73 Atılımından sonra, Avrupa’yı köprübaşı yaparak, Türkiye’de ve yurt dışında ilerici, devrimci, sosyalit gördüğü, kendisine marksist diyen grup ve kişilerle, kimi burjuva aydın ve politikacıları, gaztecileriyle temasa geçti, onları tek tek buldu, onlardan partiye gelmek istiyenleri tesbit etti, belli kararlar sonucunda uygun görülenler tek tek partiye aldı. O dönemde partiye alınan her üye bu süreçten geçmiştir. 73 Atılım ile ilgili geniş bilgileri Partinin Konya Konferans belgelerinde bulmak mümkündür.

Partiye girenlerin şüphesiz beklentileri çoktur, bundan daha doğalı da olamaz. Hepsinin bilinç seviyesi, deneyleri, sosyal kökleri aynı olamaz. Bunun böyle olması partinin ideolojik-politik ve örgütsel çalışmalarında bir dizi sorun çıkarır. Bir kısmı senin dediğin gibi hemen “devrim beklentisi” içinde olur, legalle illegali sürekli karıştırır, kimisi disiplin konusunda olgun değildir, kararlara karşı çıkar, kendi başına harekete kalkar, kimisi de „kuru kafa“dır, çoğunlukla alt organlarda kendi yetmezliklerini parti disiplini veya güvenlik olarak dayatır, kimileri de parti disiplinini ve güvenlik sorunlarını ciddiye almaz, özgürlüğünü kısıtlama olarak görür. Bunlar sadece TKP’ye mahsus olgular da değildir. Ama partinin bu konularda tutum ve görüşleri açıktır, bu olgularla amansızca savaşmıştır. TKP’lileşme, komünist olma parti içinde parti politikalarıyla yoğrulma, partinin döl yatağına düşme, mayalanma ve yeniden doğma ve böylece işçi sınıfı davasına sonuna kadar bağlı kişilikli bir devrimci olmaktır. Eğer bazıları bunun aksini gizli veya açık yapmakta direniyorsa, geldiği yere, eski mayasına, döl yatağına dönmesi de doğaldır. TKP kimseyi zorla ne partiye üye etmiş, ne de parti de tutmuş, ne de gitmesini engellemiştir. Ama kendi ilkelerine uymayanları da haklı olarak partiden atmıştır.

Her parti üyesinin tüzükte hak ve görevleri bellidir. Illegal teknik sorunlar dışında, genel sekrter de dahil hiç bir üye parti politikası, ideolojisi ve örgütsel normlarına ters düşen bir dayatmada bulunamaz veya kendi başına bir karar alamaz. Işçinin Sesi sorununu da bu çerçevede ele almak gerekir. TKP-PB’sunun Işçinın Sesinin tasviyesi, Yörükoğlunun baş redaktörlüge getirilmesi, Yörükoğlu’nun “Zayıf Halka” adlı kitabını yazması ve çıkartması için bir kararı yoktur. Doğaldır ki, her parti üyesi kitap, makale yazar, araştırmalar yapar. Bu partinin bir zenginliğidir. Bu zenginliği genel sekreter de dahil herkes destekler. Ne ki, üyelerin bu çalışmaları partinin ideolojik, politik ve örgütsel normlarına ters düşerse, parti haklı olarak müdahale eder ve bunun hesabını sorar. „Zayıf halka“ kitabı meselesi de böyle ele alınmıştır. Yörükoğlu bu kitabında partinin program ve tüzüğünde belirtilen strateji ve taktiğine ters görüşler savunmuş ve bunu partiye dayatmaya kalkmıştır.

PB bu sorunu gündemine aldı. PB üyeleri kitap hakkında tek tek yazılı ve sözlü görüş belirttiler ve sonunda PB, Yörükoğlu’nun daha önce parti merkez yayınlarında bir redaktör olarak çalışması kararını geri aldı ve MK’dan alınmasına ve sorunun ilk MK’da görüşülmesine oy birliği ile karar verdi. Yörükoğlu ise hatasını kabul etmedi. MK da PB’nun bu önerisini onayladı. Bundan sonra Yörükoğlu’nun parti merkezine gidip çalışamaması hakkında tartışma yürütmek, haklı ve haksızı aramak dedikodudan başka bir şey getirmez. Yörükoğlu’nun partiye dayatmalarını bilmek istiyenler O’nun kitap ve yayınlarına baş vursunlar. Sen bu konuda „bugün başka düşünüyorum“ diyorsun. Kitabı o zaman okuyup unutmuş olabilirsin. Bunun için bu kitabı tekrar okumanda yarar görüyorum. Okuduktan sonra görüşlerini bilmek isterim. Yörükoğlu olayının özü, diziplinsizliktir, parti politikasına ters düşen bir politikayı partiye dayatmak ve bunu örgütlemektir. Ve bu olup bitenlerden de habersiz değilsin. Bu yaklaşımın „dün dündü, bugün de bugündür“ anlayışına benzemiyor mu?

2- Parti yönetiminde TIP karşı farklı tutum iddiası

Yine Tüstav sitedeki yazında diyorsun ki, „Y. Demir’in TIP’e yakın durduğu tartışmasız bir gerçekti, buna karşın Bilen’in tutmu da açıktır.“ Önce bu saptamayı partinin hangi dökumanlarına dayanarak yapıyorsun ? Yoksa bu bir karalama mıdır ? Partinin 73 öncesi ve sonrası belgeleri seni doğrulamıyor. Eğer kasdettiğin birleşme konusuysa, ne Demir Yoldaş, ne Bilen Yoldaş, ne Aram Yoldaş, ne de o dönem parti yönetiminde olan iki yoldaş, TIP’le birleşmeyi hayal bile etmediler. Onlar TKP ve TIP’i ayrı ayrı ve ortak konumları ve görüşleri olan iki kardeş parti olarak gördüler ve bunlar arasında eylem ve işbirliğini savundular.

Yine hiç bir yerde gösterilemz ki, TKP TIP’i bölmeye çalışmış ve TIP’den gruplar gelecek diye hayaller kurmuştur veya partinin geleceğini bunlara bağlamıştır. Aksine TKP, TIP’i bölmeye ve parçalamaya çalışan eski TKP’lilerden olup da sonradan atılan Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli ve bunlarla ortak çalışma içinde olan diğerleriyle amansızca savaşmıştır, TIP’i onlara ve burjuvaziye karşı savunmuş ve korumuş, sürekli TIP’in antiemparyalist-demokratik mücadeledeki önemini öne çıkarmıştır. Ama yanlış bulduğu görüşlerini de ödünsüz eleştirmiştir. Bu konuda PB’da 73 Atılımı sürecinde görevli bütün PB üyeleri yoldaşlar aynı görüşü paylaşmışlardır. Biribiriyle organik hiç bir bağı olmayan iki kardeş parti görüşü daima benimsenmiştir. Bu politika 1960’lardan senin genel sekreter olduğun döneme kadar yapıcı ve ilkeli bir hatta sürdürülmüştür. Biri legal ve ona göre çalışması ve programı olan bir parti, diğeri de illegal bir parti.

Ne yazık ki, Parti yöneticileri arasında görüş ayrılıkları olduğu savı, senin bu spekulasyonlarınla yeniden gündeme getirildi. Daha önce bunu Yürükoğlu başlattı, sonrada Metin Gür bu koroya katıldı. Hiç bir mesnete dayanmadan saptamaların, daha 60’lı yıllarda TIP çevrelerinde ileri sürülüyor ve dedikodusu yapılıyordu. Parti yönetimi haklı olarak bu tür dedikoduları ciddiye almadı. Bunu parti yayınlarında görmek mümkündür.

TIP konusunda partinin tutumunu Yakup Demir’in bir sıra yazılarında, özellikle “Uyarı Yayınları” altında çıkan “MDD’nin iç yüzü” broşüründe, Bilen’in 1969 Mayıs Yeni Çağ’ında, A. Saydan’nın Yeni Çağ’daki sayısız yazılarında ortaya konulmuştur. Onların bu yazılarında TIP’i bölmeye çalışanlara karşı TIP’i savunan birbirleriyle çelişmeyen, ama tek bir çizgiyi güçlendiren görüşlerini görmek mümkündür. TKP yönetimi içerisinde TIP’e karşı değişik yaklaşımlar vardır görüşü, aynı amaçlar uğruna çalışmayı engelleyen, işbirliğini sabote etmeye yönelen bilinçli kişilerin işi olmuştur, bir dedikodudan öteye de geşmemiştir. Bu konuda tereddüdü olan samimi bir sıra parti taraftarı insanlar, bu kaynaklara baş vurduklarında gerçeğin ne olduğunu açıkca göreceklerdir. TKP’yi o dönem yöneten üç yoldaşımız bugün yaşamadığından, bu yoldaşların konumlarına tanıklık edecek olan onların yazılarıdır. Bu yazıların tümünü burada verme olanağı olmadığı için aşağıda I. Bilen’in 1969 Yeni Çağ’daki TIP ve Kıvılcım’la ilgili yazısından bir bölüm veriyorum.

1973 Atılımı sonrasında daha ikinci TIP’in kurulma çalışmaları yapılırken, PB’nun kararıyla Batı Avrupa’dakı TIP temsilcileriyle temaslar kuruldu, Bilen yoldaş başkanlığında Yalçın Cerit ve Umur Coşkun’la ayrı ayrı görüşmeler yapıldı, bu görüşmeler sonunda, geçmişten farklı olarak, bundan böyle kurulaçak yeni TIP’le dirsek teması içerisinde kardeş iki parti olarak çalışma mutabakatına varıldı. Yalçın Cerit ve Umur Çoskun kısa bir zaman sonra yapılan mutabakata ters düşen adımlar atmaya başladılar, TIP’i ve TKP’yi karşı karşıya koymaya yeltendiler. Bunun üzerine, TKP yönetimi bir fiil Behice Boran’la ilişki kurmaya karar verdi. Cerit ve Coskun’la varılan mutabakatın muhtevasını Behice Boran’a iletmek üzere, kendisine Avrupa’dan MK’dan bir yoldaş gönderildi. Ne var ki, Behice Boran TKP’nin önerilerini elinin tersiyle geri çevirdi, reddeti ve arkasından da işçi sınıfının öz partisinin kendileri olduğunu söyleyerek, TKP’nin örgütlenmesine karşı çıktı.

Buna rağmen TKP yönetimi TIP’le ilgili ilkesel çizgisinden sapmadı, sabırla onunla ve diğer sol güçlerle eylem birliği olanaklarını zorladı. 1980 darbesinden sonra onların yurt dışına çıkmasıyla diyalogları daha da sıklaştırdı, ortak eylem birliği zeminleri aradı. Ama onlar her seferinde elle tutulur ciddi bir eylem birliği platformuna yanaşmadılar, Türkiye’de çok komünist partisi olduğunu, isimleri ne olursa olsun onların markscı-leninci bir parti olduğu tezini ileri sürerek, kendilerinin markscı-leninci parti olarak TKP tarafından kabul edilmesi gerektiğini dayattılar. Bu durum o dönem TKP’nin tüm yönetimi tarafından reddedildi. Zira TKP yönetimi bu yaklaşımların TKP’yi likide etmeye yönelik olduğunu görüyordu. Bu görüş, Sovyetlerin son dönem yöneticileri devreye girip parti yönetiminde yapılan değişiklikle ve senin genel sekreter seçilmenle son buldu. Tüm bunlar bir şeyi gösteriyor ki, partinin yönetimi, kendi aralarında çok hareretli tartışmalar olsa dahi, TIP konusunda olsun, Türkiye ve dünya meseleri üzerine olsun, kardeş partiler üzerine olsun, her zaman tek bir ideolojik ve politik hat üzerinde birleşmişler ve tek bir vücut gibi hareket etmişlerdir.

3- 5.Kongre ve Bilen’in tarih tezinin kaldırılması konusu

Yazında, “TKP 5. Kongresinde Bilen’nin tarih tezi kaldırılmıştır” diyor ve “Bilen’in TKP-TIP birliğine sıcak baknadığını” söylüyorsun. Bu saptaman doğrudur. Ve ne yazık ki, hayat da bunu çok geçmeden doğruladı. Neyi ve kimi doğruladı? Seni değil, Bilen’in tezini doğruladı. Yani TIP’le yapılacak mekanik bir birliğin TKP’yi likide edeceği tezini doğruladı. Bundan dolayı Bilen, haklı olarak TIP’le eylem birliğine dayanmayan, mekanik her türlü birliğe karşı çıkıyordu, sıcak bakmıyordu. Bu yönde Sovyetlerin ve diğer kardeş partilerin dayatmalarını göğüslüyordu.

Ben burada seninle I.Bilen’i karşı karşıya getirmek veya çaplarınızı karşılaştırmak niyetinde değilim. Komünist partilerinde görevler bir bayrak yarışıdır. Yönetimlerde değişikliği sadece o yöneticinin kötü bir yönetici olduğu değerlendirmesine bağlamıyorum. Görevi bırakan, görevden alınan veya karşı tarafa geçen veya haketmedigi halde görevinden alınan bir sıra yöneticinin olduğu hemen hemen tüm KP’lerde götülmüştür. Ancak yöneticilik görevinden alınıp partinin başka işlerinde yüce davaya bağlı kalarak çalısan, hayatının sonuna kadar eksikliklerin ve hataların giderilmesi için uğraşan, gerekirse susmasını dahi bilen yöneticiler, militanlar vardır. Süphesiz bu eski yöneticiler ve militanlar partinin önünü tıkayan her türlü engele karşı savaşmışlar, gelecek yöneticilere kapıyı açmasına yardımcı olmuşlar, böylece tarihte şerefli bir yer almışlardır.

Yazında belirttiğin gibi partinin gelişmesini ilgilendiren konulardaki hatalar, eksiklikler, yanlışlar üzerinde açık açık durulmalı, tartışılmalı ve bunlardan ders çıkarılmalıdır diyorsun. O zaman 5. Kongreden çıkarılacak dersler nelerdir? 5. Kongredeki senin tezlerin duğru olsaydı, TKP’nin likidasyonu sonunda ortaya çıkan TBKP’nin yaşaması gerekmez miydi? Türkiye’de TKP’nin adını kullanıp geçmişine saldıran partiler kurulurken, senin genel sekreteri olduğun partinin üyeleri nerede? Bu insanlar bugün ne ile uğraşıyorlar? Bunlar siyasetten vaz mı geçtiler? Haddim olmayarak bunu TIP için de sormak aklıma geliyor. Burada suçlu aramak sevdasında değilim. Sana bunları düz bir üye olarak soruyorum. Bu sorular şimdiye kadar üzerinde durulmasından kaçınılan ve yanıt verilmeyen sorulardır. Senin tezlerini doğru çıkaran bunlar mı? Doğal olarak bugün niçin TBKP yoktur, dağıtılmış mıdır, buna kim karar verdi? Bilen’nin tezlerini kim ortadan kaldırdı? Bütün bunlar olduktan sonra, senin genel sekreter seçildiğin 5. Kongrede, Bilen’in adeta yenildiğini ileri sürmenin gerçekle ne kadar ilgisi vardır? Şimdi Türkiye’de Komünist partisinin bu şekilde likide edilmesinin günahını kimden sormak gerekir? Bilen’den mi, Soyetler Birliğinden mi, yoksa senden mi?

I.Bilen 11 yıl (1973-83) partinin başındaydı. Sen O’nun iki katı bir zaman dilimi içinde TKP’nin ve TBKP’nin başındasın. Bilen illegal koşullara rağmen periodik bir şekilde MK toplantıları yaptı, Konferans ve Kongre topladı. Tüzüğü hayata geçirmeye çalıştı. Yazdıkları da ortadadır. Senin de yaptıkların ve yazdıkların ortadadır. Büyük fedafarlıklara katlanıp Türkiye’ye gittin. Hayatının en zor günlerini ve barbarca işkencelere maruz kaldığın bir dönemi yaşadın. Bunu görmemezlikten gelmek hem gerçeği saptırmak olur, hem de komünist etiğe uymaz. Geçmişte de bunları yaşayan çok yönetici yoldaşımız oldu. Ama bunlar partinin davasından vazgeçmediler, partiyi illegalite de ve legalite de yaşattılar, toplantılar, plenumlar ve konferanslar yaptılar. Ne yazık ki, senin Türkiye’ye dönüşünden sonra TKP hareketin de bir kırılma oldu. Partinin süregenliği büyük bir soru olarak ortyaya çıktı. Bunun hesabını senden değil de kimden sormak gerekir? Durum böyleyken kabahati senin de içinde olduğun bir dönemde Bilen’e yüklemek haksızlık değil midir? Bugün O’na yönelttiğin eleştirileri O’nun sağlığında değilde şimdi niçin getiriyorsun? Bilen karşısında kimsenin konuşamadığı bir diktattör müydü? Bunu böyle iddia ediyorsan, o zaman doğruyu söylemekten kaçıyorsun. Türkiye Komünist hareketinin felçli hali, ortadadır. Bu çöküntüyü Sovyetlere ve Bilen’e yüklemek kaçamak bir yanıt değil midir? TKP’nin ortadan kaldırılmasını büyük bir başarı olarak lanse ederken, TBKP’nin yok oluşununun hesabını nasıl vereceksin? TKP’nin ve TBKP’nin bugün gereksizliğini mi uygun görüyorsun? Bunlar hem benim için, hem de binlerce insan için yanıtlanması gereken sorulardır. Bunları seni yıpratmak için getirip sormuyorum, ortada duran bir realite olduğu için dile getiriyorum. Insan altından kalkamıyacağı sorunlar karşısında ezilebilir, çabuk yıkılabilir ve esir de alınabilir. Biliyorsun ki, sorun esir alınmakta değil teslim olmaktadır. Bu sorularımın savunma psikolojisi ile bir alakası yoktur. TKP’nin veya TBKP’nin yaşayıp yaşamıyacağı üzerine senin düşüncelerini öğrenmekle ilgilidir. Biz uzun zamandan beri tanışırız. Bilirsin ki, ben doğruluğunu gördüğüm ve inandığım ilkeler uğruna karşı tarafa iplerimi vermektense, bitlerimle ölmeyi bir şeref bilirim.

4-Kıvılcımlı sorunu

Kıvılcımlının hastalığı konu edilip, marksizmin temel ilkelerine saldırılmak istenmektedir. Çünkü: Sosyalist bir ülkenin güvenliği ve korunması en büyük hümanizmayı ve en derin vicdani sorunu kapsar ve tek bir insanın değil, milyonlarca insanın yaşamını yakından ilgilendirir. Bu ilkeyi içten ve dıştan hiç kimse çiğneyemez. Bu ilkeyi bir vicdan sorunu haline getirmek, kişilere göre kanun çıkartmak anlamına gelir ki, bu bir iltimas olur.

Bildiğim kadarıyla, sen Hikmet Kıvılcımlı ile bir örgüt altında çalışıp, O’nu yakından tanıyan biri değilsin. Onun için kişi olarak eylem içinde tanımadığın bir insan için parti kararlarını tanıyıp tanımıyacağı, kendi başına hareket edip etmiyeceği, parti politikasını uygulayıp uygulamıyacağı konusunda her halde karar verecek durumda değilsin. Ne ki, Kıvılcımlı’nın Izmir tutuklaması da dahil, ölünceye kadarki siyasi yaşamında, yazılarında Sovyetler Birliği’ne, TKP’ye ilişkin olumlu bir tutumu şimdiye kadar görülmüş değildir. En azından ben kendim görmedim, eğer sen gördüysen göstermen gerekir kanısındayım. Ama olumsuzluklarını kitap ve yazılarında açıkca bulmak mümkündür. O yazılarında ve mahkemedeki savunmalarında ne TKP’yi ve yönetimini savunmuş, ne de komünistlerin çelik disiplinine uygun hareket etmiştir. Bunları onun yazılarında ve mahkeme tutanaklarındaki savunmalarında görmek mümkündür, bunu bir sır olarak ifşa etmiyorum. Ilgi duyan herkes bunları tesbit edebilir. O Tüstav sistesinde yayınlandığı gibi Nazım Hikmet’i polis ajanlığı ile itham etmeye kalkmakta ve Nazım’ı sevmediğini belirtmektedir. Sevmeyebilir, insan her yoldaşını sevmek zorunda değildir ve O’nu sevmemek bir parti suçu da değildir. Bir yoldaşın diğerini sevmemesinin çok nedenleri olabilir, ama bu buranın konusu değildir. Ne ki, „yoldaş“ını töhmet altına sokarak onu polis ajanı göstermek ciddi, bir ithamdir ve inandırıcı delili olan bir isbatı gerektirir. Her ayda bir değil, beş defa da makbuz imzalayıp karşılığında para da alsa, bu, Nazım’ın ajan olduguna delil olamaz. Zira o her ay ailesi tarafından, veya yaptığı tercümelerden ve yazdığı kitaplardan para alabilir ve polis de parayı verdiğine dair makbuz ister. Bundan doğal ne olabilir? Niçin ve neye dayanarak bu parayı aldığını ortaya koymadan, O’nu ajanlığa varan bir itham altındak tutmak doğrudan doğruya bir parti suçu değil midir? Inandırıcı olmayan böylesi iddiaların tarih yazıcıları için bilimsel hiç bir değeri yoktur. Işin dramatik tarafı, düne kadar Nazım’ı çok severim diyenlerin böylesi bir suçlama karşısında susmasıdır. Yoksa bu yazıyı okumakla fikir mi değiştirdiler, birden bire Kıvılcımlı ile aynı görüşü mü paylaşır oldular? Ister Hikmet Kıvılcımlı tarafından dikte ettirilsin, ister kayıpta olduğu söylenen iki refakatcısı tarafından kaleme alınmış olsun, her yanıyla bu anı yazısı, TKP’ye ve onun yöneticilerine karşı bir provokasyondur, bir karalamadır. Sadece bu bile bir partili için, partiden atılmasına bir delildir. Bu aynı zamanda daha l969 yılında ki Yeni Çağ’da ilan edildiği gibi, O’nun partiden atıldığının haklılığını gösterir. Kaldı ki, bu yazının gerçekten Dr. Hikmet’e ait olup olmadığını da düşünmek durumundayım. Ölümünden sonra yayınlanmış bir yazı olduğu için inandırıcılıgı konusunda tereddütüm vardır. Bu görüşüm salt Kıvılcımlı için değildir. Bu yazıyı gerçekten kendisi de dikte ettirebilir, başkaları da yazabilir. Ayrıca bu yazıda Dr. Hikmet Kıvılcımlı, partiden atıldığını ilk defa Bulgarlar aracıığı ile duyduğunu söylüyor. Oysa 1969 Yeni Çağ’ında partiden ne zaman atıldığı açıkca belirtilmektedir.

Bu görüşüm her türlü ön yargıdan uzaktır. Burada sorun Dr. Hikmet Kıvılvcımlı sorununu kanayan bir vicdan yarası haline getirmek, bir tarafta TKP ve yöneticilerini, diğer tarafta da Hikmet Kıvılcımlı’yı koyarak mahkeme kurup, adete kendilerinin yaşamadığı bir dönemi kendi amaçlarına göre yergılamaya kalkmaktır. Burada sorun Hikmet Kıvılcımlı’nın ne kişiliği ne de hastalığıdır. Bunların esas sorunları TKP’dir ve onun bağlı olduğu ilkelerdir. Gerçekler böylesine ortadayken bu dayatmaları sürdürmek, TKP bağlarını koparan veya koparmak isteyenler için bir kılıftır.

TKP’nin yöneticileri olan Şefik Hüsnü’nün, Reşat Fuat’ın, Yakup Demir’in, Ahmet Saydan’nın, I. Bilen’in ve partiden atıldığı belirtilen Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın ve diğerlerinin yaşamadığını bilen her TKP’li, bu olayı ciddiyetle ve samimi olarak ele almalı ve o zamanı yaşıyan „şahitlerin“ anılarını tek yanlı ele almamalı ve genelleştirmemelidir. Anılar ve „tanıklıklar“ tek başına bir belge olarak ele alınamaz. Yöntem olarak doğru olanı, anılar bir merkezde birleştirilmeli ve bir bilim kurulu tarafinda incelenmelidir. Ancak o zaman gerçeğe yakın eğilimler ortaya çikabilir. Kaldı ki, tanıklıklar da dedikodu toplayan, „polis muhabirliğ“i yapan bir gazeteci anlayışıyla yapılamaz. Böylesi anlayışlarla da gerçek ortaya çıkarılamaz. Bunlar çoğu zaman sübjektiftir ve detaydır. Işin aslından uzaktır, içinde çarpıtmalar da, doğrular da olabilir. Bu yöntemle doğrulara bir nebze varılabilir, ama esas doğru olan yöntem parti dökümanlarina, yayınlarına yönelerek, parti yöneticilerinin yazılarına, aldıkları kararlara, partinin tüzük ve programına ve Hikmet Kıvılcımlı’nın yazılarına ve onun politik-ideolojik ve örgütsel alandaki çalışmalarına bakmak gerkir. O’nun uluslaraarası komünist ve Işçi harekeiyle ve içerde de TKP’nin politikasına yönelik yazılarını incelemek gerekir. Bunlar incelendiğinde görülecek ki, O Sovyetlere sürekli saldırmakta, TKP yi ve yöneticilerini tanımamaktadır.Bir örnek olarak, O’nun Dogu Avrupa’daki sosyalist ülkelerini Andora’ya benzetip, Andora’nın emperyalizmin peyki olduğu gibi, sosyalist ülkeleri de Sovyetlerin peyki olduğu iddiası verilebilir. O’nun maocuların da içinde olduğu bir cephede çalıştığı da bilinen bir gerçektir.“Bayram değil seyran değil eniştem beni neden öptü“ yazısı buna bir örnektir. Bu yazı, her seyden evvel, Kıvılcımlı’nın Sovyetler Birliği’ne karşı siyasi bir duruşunu gösteriyor. Kıvılcımlı „sol“ siyaset yapan bir kişidir. Bu tutumuyle O, hem Sovyetleri, hem de, O’nun deyimiyle, O’nun „peyki“ durumunda olan ülkeleri ve uluslsrarası işçi ve komünist partilerini ve bu arada TKP’yi de karşısına alacağını bilir. O’nun Dış Büroya, Demir’e ve Bilen’e ve Nazım Hikmet’e yönelik karalayıcı ve küçük düşürücü söylemlerinin bir nedeni de, bu TKP yöneticilerinin Marksizme- Leninizme, Sovyetler Bilrliğine olan bağlılıklarına karşı duyduğu nefert ve kinden kaynaklanıyor. O’nun eylemlerinden ve yazılarından çıkarak denebilir ki, O, TKP yönetiminin aldığı kararlara dayanarak disiplinli haraet eden biri değildir, kendi başına hareket eden, kimseyi ve parti otoritesini tanımayan, kendini beğenen birisiydi. O TKP yönetiminin kararı olmadan kendi başına Vatan Partisini kurmuştur. MDD-hareketinde başı çekenlerden biri olmuştur. Kıvılcımlı’nın bitmez tükenmez dayatmaları, O’nun partiden atılması için yeterli nedenlerdir.

TKP’yi likide edenler bugün de tarihi özgürleştirelim maskesi altında partinin tarihini çarpıtıyorlar. Bu çarpıtmaların ne karanlıkta kalan, gizli tutulan gerçekleri ortaya çıkarmakla, ne de „bilimsellikle“ bir ilgisi vardır. Bunun olsa olsa, tarihte TKP geldi-geçti, uçtu-gitti anlayışıyla bir ilgisi olabilir. Pratikte ise, bu TKP’nin sözüm ona, açtığı derin „yaraların“ ve kişilikler üzerinde bıraktığı „hastalıkların“ tedavisi için psikoloğun karşısında terapi yapmaya benziyor. Psikolog da bütün bunlara hak veriyor ve kabatın TKP’de olduğunu söylüyor, onun böylece vicdanını rahatlatıyor.

Durum böyleyken soruyorum: Kim, hangi yoldaş Hikmet Kıvılcımlı’nın DAC yasalarını çiğnemeyeceğini, kendi başına hareket etmiyeceğini, diziplinsizlik yapmayacağının garantisini verebilir ve DAC’ye veya bir başka sosyalist ülkeye gitmesinin sorumluluğunu üstlenebilir? Bunu şüphesiz ki, sorumluluğunu bizim üslendiğimiz partili veya partisiz kişilerin, O ülkenin yasalarına ve yaşam kurallarına uyacakları için verilen garantiyle karıştırmamak gerekir. Nitekim DAC’ye ve diğer ülkelere gönderilenler bu güven sonucunda gitmişlerdir. O dönemin yöneticisi olan ve Kıvılcımlı’yı yakından tanıyan TKP yöneticilerine hangi „vicdani yaraya“ dayanarak kara çalınabilinir? Bu böyle iken, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın hastalığı obje alınıp, partinin ilkeli tutumuna saldırmanın arkasındaki nedenler nedir, hangi amaçlar yatmaktadır sorusu doğal olarak inasnın aklına geliyor.

Şurası bir gerçek ki, TKP’den haklı veya haksız bir çok nedenlerden dolayı kopan veya koparılan yoldaşların, kendi bencil çıkarlarina yenilerek, Türkiye işçi sınıfının ve onun öz örgütü TKP’nin birliğini sağlama ve güçlendirme yerine, ona cepheden saldırıya haklari yoktur. Maalesef Türkiyeli komünistler hala daha kanayan yaranın bu olduğunun farkında değillerdir. Bu, ölen Hikmet Kıvılcımlı, Behice Boran, M.Ali Aybar veya yaşayan Mihri Belli ve diğerleri için de geçerlidir.

Tarihe en iyi tanıklığı, Kıvılcımlı, M. Belli, B. Boran ve diğerlerinin yazdıkları yazılarla Komünist partisinin politikası hakkındakı tutumlarına karşı aynı dönemde yasayan TKP yöneticisi yoldaşlardan Yakup Demir, I. Bilen, A. Saydan’nın yazdıkları yazılarda görmek mümkündür. Bunlar defalarca Kıvılcımlı’nın diziplinsizlik etmekten, kendi başına hareketten, parti kararlarını dinlememekten dolayı partiden atıldığını yazdılar ve söylediler. Bunu 70 öncesi parti yayınlarında bulmak mümkündür. Örnek olarak 1969 Mayıs Yeni Çağ’ında Bilen’in „likidatör bozguncu akımlarla savaş“ başlıklı yazısından bir kaç satır vereceğim. Önce Kıvılcım ve Mihri Belli ile ilgili olarak:

„Bugün basında akımlar, örgütler arasında gürültü patırtı koparan, kendilerine ‘eski sosyalistler’ süsünü veren M. Belli gibi, H. Kıvılcımlı gibi dönekler, likidatörler bunlardandır. Kıvılcımlı komünist morali çamura buladığı ve grupculuk yaptığı, böylece partiye büyük zararlar verdiği, polisin amansızca saldırılarına yaradığı, özellikle TKP’nin Izmir ve Istanbul örgütlerini parçaladığı için, partiden bundan 30 yıl önce kovulmuştur. Hem kendisi çok daha sonraları, komünist olmadığına TKP ile bir bağı bulunmadığına dair polisi tanık göstermiştir….”

Kıvılcımlı’nın, Mihri Belli’nin maocularla oluşturduğu TIP’e karşı cepheyi yerden yere vuran I. Bilen, aynı yazıda TIP’le ilgili şunları belirtmektedir:

„Türkiye Işçi Partisine neden saldırıyorlar? Likidatör-bozguncular, memlekette ulusal bağımsızlık direnişini sosyalist hareketin karşısına koyuyorlar. Ulusal kurtuluş hareketini işçi hareketinden ayırıyorlar. Bunu TIP’e ve Devrimci Sendikalar Konfederasyonuna, bunların çevresinde kümelenen gençlik ve öğrenci örgütlerine uluorta saldırmak yöntemleriyle yapıyorlar. Likidatörlerin taktiği, TIP’i, ona bağlı örgütkleri içinden parçalamak, onları içinden yıkmak tattiğidir. Bozguncuların bütün iç yüzleri bu alanda daha kesin ortaya çıkıyor….. TIP yöneticileri, Amerikan köleliğine, gericiliğe, faşist diktatoraya Anadolu topraklarındaki Amerikan atom harmanlarına karşıdır. Ağalığa, derebeylik kalıntısı bağıntılara karşıdır. Antiemperyalist, antifeodaldır. Bu parti Türkiye’de, ve ilçelerde kurabildiği örgütlerle, mecliste saylavlarıyla elindeki basın ve yayın araçlariyle ulusal bağımsızlık direnişini sosyalist ülkü ve ilkelerle beğlıyor ve yayıyor. Bu parti faşist komandolarla çatışıyor….. Bu durumda likidatörler-bozguncuların TIP’e böylesine kinle, bir numaralı düşman diye saldırmaları gerici egemen çevrelere, işbirlikçilere yardım deği de nedir? Bozguncular, TIP’e bir çok etiket yapıştırıyorlar: ‚Bunu burjuvazi kurmuştur’, ‚Sosyal-demokrattır’, şudur, budur gibilerden… Evet, TIP komünist partsis değildir. Legal kurulmuştur, programı, tüzüğü meydandadır. Ama bozguncuların yamalamak istedikleri gibi işbirlikçi bir parti değildir. Batıda sosyal-demokrat partiler, örneğin Batı Almanya’daki tekelci burjuvaziyle, Avrupa’yı yeniden ateşlere vermek isteyen militaristlerle ortak hükümet kurmuşlardır. Bu hükümet Nato’yu savunuyor, Amerikan emeperyalizmini destekliyor….. TIP bu emperyalist planlara karşıdır…. ‘Emperyalistlerin yanında sav tutmuştur’ çamurunu TIP’e sürmekle likidatörler kendilerinin kimin yanında yer aldıklarını kamu oyunda saklamak istiyorlar. Bunu yaparken de, ‘Milli Demokratik Devrim’ sloganını biteviye tekrarlıyorlar. Bununla, yani ‘demokrasi’, ‘devrim’, ‘milli’ deyimleriyle kendilerini ‘yaman ilerici’ diye satmak cambazlığına kalkışıyorlar. Neden demokratik devrimi, ulusal bağımsızlık direnişini, sosyalist komünist hareketin karşısina koyuyorlar? Neden bunu yaparken kendilerine ‘eski sosyalistler’ süsü veriyor, kendilerini ‘komünist’ göstermek istiyorlar?… Çünkü yığınlar arasında başka türlü tutunamazlar. Onlar, komünistlerin, TKP’nin 50 yıl boyunca çetin savaşlarla yığınlar arasında kazanmış olduğu sevgiden, saygıdan, itibardan yararlanmak taktiğini kullanıyorlar…”

Bu yazı hiç bir terettüte yer vermeden I. Bilen’nin TIP’i savunduğunu gösteriyor. O dönem TKP yöneticilerinden Yakup Demir’in ve A. Saydam’ın MDD’cilere karşı TIP’i savunan, işçi sınıfının, ulusal demokratik güclerin birliğini, cephesini vurgulayan ve sosyalizme giden yolu gösteren, Bilen’le aynı görüşleri paylaşan çok sayida yazıları vardır. Istiyenler bunu o zamanki TKP yayınlarında görebilirler. Bu böyleyken, TKP yönetiminde gerek TIP konusunda ve gerekse ulusal demokratik güçlerin ve onların ileri demokrasi mücadelesi konusunda ayrı görüşler olduğunu iddia etmek gerçeği yansıtmaz. Bu ancak parti politikasının açık olmadığını ileri sürerek ona kara çalmak istiyenlerin amaçlarına hizmet etmeye yarar. Şurası bilinmeli ki, her üç yoldaş da TIP’le kardeşce işbirliğine taraf oldular, TIP’i hem savundular, hem de onun tutumundaki hataları gösterdiler. Birinin görevini diğerine yüklemediler. Bunu bu şekilde koymak ve doğruları savunmak, bunu olduğu gibi çarpıtmadan ortaya koymak her komünistin etik görevidir. Başka bir deyişle “vicdani görevidir”.

5- Tarihe bakışla ilgili

Sen tarihi bir „psikoloji“; „politikanın bir soğuması“ olarak görüyorsun ve bu çerçevede tarihe ve özellikle TKP tarihine bakıyorsun. Bu görüşlerine katılmak mümkün değildir. Eğer TKP insanlık tarihinde geldi geçti diyorsan ve onun romanını yazacaksan, bu bir başka konudur. Yok TKP yaşıyor ve savaşıyorsa bu temelden tarihe farklı bir yaklaşımı gerektirir. Insanlar da TKP’liler de, TKP’de yaşıyor.

Insanlar, kendi biliçli istekleriyle belli amaçlar güder. Bu ise bir çok değisik yönde hareket eden iradelerin ve çeşitli gelişmelerinin dış dünyada çeşitli sonuçlarını getirir. Böylece insanlar sonucları ne olursa olsun kendi tarihlerini kendileri yapar. Tarihle ilgili bilimsel görüş, toplum ve dünyayı bir bütün olarak kendi yasallıklları içinde hangi açıdan ele alindığı ilkesi ile sıkı sıkıya bağlıdır. Tarihi araştırmaların, özellikle toplumsal gelişmelerin yasallıklarını ele almada bilimsel sosyalizm temel çıkış noktasıdır. Tarih yazımı bilimsel olarak ele alınacaksa, onun siyasi teorisiyle, onun bilimsel disiplinleri olanı sınıfları, sınıf savasları, partileri, devletleri, ulus ve kültürleri, barış ve harbleri, strateji ve taktikleri, devrim ve karşı devrimleri, yenilgileri ve zaferleri, tarih bilinci ,egemelikleri, diktatörlükleri gibi kompenetler ele alınmak zorundadır. Karşı tarafın tarih yazımı bile bu kompenetleri göz önünde bulundurur, ama onların ele alışı bilimsellikten uzaktır ve çarpıtarak egemenliklerini perçinlemeye yöneliktir.

Bu açıdan bakıldığında TKP nin tarihini kim yazabilir? Bunu herkes yazabilir. Ve yazmaktadır da. Kaldı ki, yazılanlar yararlı da olabilir, zararlı da… Bu sınıfsal bir meseledir. Eğer herkes yazabilme hakkına sahipse, ki öyledir, bu birbiriyle çelişen birden fazla tarih yazılacak demektir. Bunlardan birisi tarih bilincini yükseltmek için, diğeri ise gerçekleri saptırarak, insanları avutmak ve yanlış bilinç vermek içindir. Insanlık tarihinde sınıflar varolduğudan beri yazılan tarihler böyle olmuştur. Ve sınıflar olduğu sürece de bu böyle olacaktır. Reel sosyalizmin yazlı tarihi de, karşıt cephenin tarihi de böyle olmuştur. Her iki taraf da da egemen olan sınıflar kendi çıkarlarıyla bağlı olarak tarihlerini yazmışlardır. Böylece iki türlü resmi tarih ortaya çıkmıştır. Resmi tarihlere karşi insanın psikolojik bir tepkisi olabilir ve yaşadığı ülkenin resmi tarihi ile karıştırabilir. Ama reel sosyalizmin tarihi resmidir ve tüm eksikliklerine rağmen bilimseldir. Zira bu tarih amaçları ve idealleri bakımından diğerine tamemen taban tabana zıttır. Bu benim tarihe bakış açımla ilgili bir sorundur. Kimseyi karalama niyetinde değilim. Reel sosyalizm yıkılmıştır. Yıkılışının nedenleri üzerine çok değişik görüşler ortaya atılmıştır. Kimilerine göre reel sosyalizmin yıkılışı, bilimsel sosyalizmin yetersizliğinden kaynaklanıyor ve onlara göre marksizm-leninizm aşılmıştır. Yine kimilerine göre sosyalist ülkeler zaten sosyalist bir ülke değildi, kimilerine göre devlet kapitalizmi idi, kimilerine göre bürokratik-komando sistemiydi, kimilerine göre de tüm eksikliklerine ve hatalarına rağmen yaşayan bir sosyalizmdi, reel sosyalizmdi.

Ben bu görüşü temsil edenlerden biri olduğum için, reel sosyalizmi hala savunuyorum, deneylerinden dersler çıkarmaya çalışıyorum. Iki sistemin devletlerini aynı kefeye koymuyorum. Ikisi temelden birbirinden farklıdır, karakterleri ayrıdır, konu aldıkları “objeleri” ve amaçları taban tabana bir birine terstir.. Biri devleti ve sınıfları kaldırmak için mücadele etmiş ve bunun tarihini yazmıştır. Bu tarihi yazanlar halkın ve sınıfın hizmet emekçileriydi, memurları değildi. Diğerleri efendisinin dediğini yapan, Osmanlı’da da olduğu gibi tarih yazan memurlardı. ABD’ de ve Avrupa’da bunun için binlerce aydınlar, profösörler yetiştiren üniversiteler, enstitüler vardır. Bunlar doğal olarak kendi sınıfsal konumlarını savunarak tarih yazarlar. Bu ikisi arasında bağımsızlık postuna bürünüp tarih yazmaya kalkanlar da vardır. Bunlar sınıflar üstü, sistemler dışı, hatta gezegenler dışı konumlarında olduklarıni iddia etseler de, eninde sonunda varacakları yer egemen sınıfların yanıdır.Onlar, onların çıkarlarına ters düşen bir tarih yazamazlar. Kapitalizmi ve sosyalizmi eleştirip “alternetif” bir tarih koysalar da, bu gerçek tarihi bütünüyle yansıtmaz. Bunların bu çalışmaları ancak emekçi yiğinlarında kafa bulandıran propaganda malzemesi olmaktan öteye başka bir şey olamaz.

Meseleye böyle baktığımdan işçi sınıfı cephesinde kim kimin tarihini yazacak sorunu ortaya çıkmaktadır. O zamam TKP’nin tarihini kim yazacak, TIP’in tarihini kim yazacak, TSIP’in tarihini kim yazacak, Dev-Genc’in tarihi kim yazacak, sendikaların tarihini kim yazacak? Ve bu tarihler kimin için yazılacak? Eger bu hereketler devam edecekse, doğal olarak onlar kendi tarihlerini yazacaklar, hata ve eksikliklerinden dersler çıkaracaklardır.

Türkiye’de TKP ismini kullanan çok sayıda parti vardır. Birde senin ortadan kaldırdığını iddia ettiğin bir parti vardır. Bunların tarihini de yazabilirsin, ama bu senin tarihin olur, onların değil. Evet şimdi Mustafa Suphi’lerden beri gelen TKP tarihini kim yazacak? Bu tarihi partiyi mezara gömdük diyenler mi yazacak, yoksa bu partiyi tekrar ayaga kaldırmak isteyenler mi yazacak? Her ikisi de yazabilir, ama bu kimin için yazılacak? TKP’yi yeniden güçlendirmek için hata ve eksikliklerini gösteren, onlardan ders çıkarmayı hedefleyen bir amaç ve anlayışla mı yazılacak, yoksa mezarının başında bir “şerbet” içmek için mi yazılacak? “Tarafsız”, “bağımsız” gözlemcilerle TKP tarihi yazılmaz. En doğru ve tam olarak TKP tarihini, ancak hala TKP saflarında savaşan ve yaşatma azminde olanlar yazabilir. Bunun ne zaman yazılacaği ise TKP’nin bugün için başta gelen sorunu değildir. Ama dersler çıkarmak, TKP’lilerin tarih bilincini yükseltmek başta gelen bir sorundur. TKP’nin kaderini tarih kitabının olmayışına bağlamak çok yanlıştır.

6-Tüstav çalışmaları

Tüstav bütün sol hareketin geçmişiyle ilgili belgeler toplamaktadır. Bu hareketlerle ilgi dökümanlararı toplamak ve bunları bilimsel bir yöntemle arşivlemek çok yüce bir eylemdir. Bu eylemleri yürüten arkadaşları, sağ-sola “belge”lerin kopyasını yetiştirmekle görevlendirilmiş “memur”lar olarak görmüyorum. Herkes bu çalışmadan yararlanabilmeli ve masrafına da katlanmalıdır. Tüstav’ın başarılı çalışmalarını, tarih ve ona bakış açımızla, tarih bilinci, tarihe tanıklıkk-tarihi özgürleştirme gibi konularla karıştırmamak gerekir. Bir tartışma kulübü durumunda olan Tüstav sitesinin sanal dünyada sürdürülen tartişmalar, onlara çekilmez yükler yüklememeli ve bu konuda son kararı bu arkadaşlar vermelidir. Bu sitede tartışmalara katılan ve katılmayan taraflar vardır. Böylesi bir sanal dünyanın tartışma klübünde yer almak, kimileri için ızdırap, kimileri için de ferahlatıcı bir terapi işlevini gördüğü muhakkaktır. Bu durumda Tüstav’ı bu cenderenin içine çekmek kanımca doğru değildir. Bu konuda karar verecek olan Tüstav’ın üyeleridir. Sanal dünyasında bu tartışmalar, dünyanın her yerine yapılabilir.

Selamlar