Seçimler ve sonrası

Seçimler ve sonrası

 

Türkiye 1 Kasımda bir seçim daha yaşadı. Oysa halkımız 5 ay önce, 7 Haziran 2015’de sandık başına gitmiş ve iradesini beyan etmişti. 7 Hazirandaki iradesiyle halk AKP’yi tek başına iktidar olmaktan indirdi, tek parti iktidarına son verdi. Oyların % 60’ını AKP’ya karşı olan partiler kazandı. Ama  muhalefet bu durumu iyi değerlendiremedi, zira muhalefet partilerinden ikisi HDP ile değil, AKP ile koalisyon kurma hayalleri peşindeydi. Erdoğan bu iki muhalafet partisini, CHP ve MHP’yi kendi oyununa, seçimleri yenileme oyununa alet etti. Zaten Türkiye’de 7 Haziran seçim sonuçlarını kabullenemeyen biri vardı. O da, 13 yıldır ülkeyi tek başına, istediği gibi, bir diktatör, bir sultan gibi yönetmeye alışmış AK Partinin fiili başkanı Erdoğan’dı. Erdoğan ise kaybettiği iktidarı yeniden tek başına ele geçirebilmek için halka zorla seçimlerin yenilenmesini dayatıyordu. Sonunda Türkiye 1 Kasımda seçime gitmek zorunda kaldı.

 

 

1 Kasım seçimi şimdiye kadar hiç bir seçimde görülmemiş şekilde en ağır devlet baskısı, terörü ve manüpülasyonu altında geçti. Erdoğan 7 Haziranda kaybettiği oyları geri alabilmek için her türlü hileye, baskı, şantaj, kan, şiddet, terör, savaş yöntemlerine başvurdu ve devletin olanaklarını sonuna kadar kullandı. Muhtarları, işadamlarını, esnafı, kanaat önderleini Sarayına çağırıp tehdit etti, AKP’ye oy verilmezse sonlarının felaket olacağı korkusunu saldı. Batıda Türkler arasında dini suistimal etti, ırkcılığı kabarrtı. Muhafazakar dindar ve milliyetci kesimleri teslim aldı. Bunun için barış süreci masasını devirdi, Kürt halkına karşı topyekün bir savaş açtı, terör saçtı.

 

Önce 20 Temmuzda Kobane’ye yardım için giden gençlere karşı Suruç’da korkunç bir katliam yapıldı. 33 genç hayatını kaybetti, 103 genç de yaralandı. 24 Temmuzda Kandil’e karşı hala süren bir hava operasyon başlatıldı. Günlerce Kandil bombalandı. Yüzlerce gerilla yaşamını kaybetti. Bu, 2,5 yıl süren çatışmazlık, çözüm ve barış sürecinden sonra, Kürt sorununda bir çözüm olmadığı isbatlanmış olan 30 yıllık savaş dönemine, 90’lı yıllara, güvenlikçi politikalara yeniden geri dönmek demekti. Hükümetin bu saldırıları karşısında PKK ateşkesi bozdu. Hükümet yalnız dağlarda değil, şehirlerde de hala süren operasyonlar başlattı. Sözde kamu düzenini koruma adı altında Cizre, Sur ve Silvan ilçeleri başta olmak üzere bir çok Kürt şehirlerinde hala devam eden sokağa çıkma yasağı, sıkıyönetim ilan edildi,  barbarca operasyonlar düzenlendi, hala düzenleniyor, halk günlerce evlerine hapsedildi, bombalandı, evleri yıkıldı, keskin nişancılarla öldürüldü, yaralandı. Halk ölülerni defnedemedi, yaralılarını hastaneye kaldıramadı. Bu faşist saldırı ve operasyonlar bugün artarak hala sürmektedir.

 

Tüm bu insanlık dışı saldırılarla rağmen Erdoğan Kürt halkını teslim alamadı, yıldıramadı, direnişini kıramadı. Bu gelişme karşısında Türkiye’nin batısında fanatik dinci ve milliyetçi faşist gençler, Osmanlı Ocakları harekete geçirildi. Türkiye çapında HDP’ye, Kürtlerin iş yerlerine karşı büyük bir saldırı, pogrom girişimi düzenlendi, binalar kundaklandı. Bir merkezden düğmeye basılmış gibi iki gün içinde partinin Genel Merkezi dahil olmak üzere 305 teşkilatı saldırıya uğradı. Genel Merkezin bir katı yakıldı ve tahrip edildi. Alanya’da HDP binası, Kirşehir’de bir kitapcı polisin gözleri önünde ateşe verilip yakıldı. Tüm bu saldırılara rağmen halk korkmadı, yılmadı, partisi HDP’ya sahip çıktı. Halkın HDP’ye desteği sürekli yükseliyordu. Bu gelişmenin önünü kesmek, HDP’nin yükselişini engellemek isteyenler için daha büyük bir katliam ve saldırı gerekiyordu. Bu saldırı 10 Ekim 2015’de Ankara’da yapılacak Barış Mitingine katılmak üzere Ankara Garı önünde toplanan barışsevenlere karşı düzenlendi. Iki İŞİD bombacısının gerçekleştirdiği bu vahşi saldırı sonunda 105 kişi hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı.

 

Bu katliam AKP’nin iktidarı yeniden tek başına ele geçirebilmek için daha nelere kadir olduğunu gösteriyordu. 20 Temmuz Suruç katliamından 10 Ekim 2015 Ankara katliamına kadar 145 güvenlik görevlisi, 16’sı çocuk 234 sivil vatandaş ve 341 gerilla hayatını kaybetti. Erdoğan ise bu çatışma ortamının devam etmesini istiyordu. Zira yaratılan bu vahşet ortamında verilmek istenen mesaj çok açıktı: Ülkede “huzur” ve “istikrar” istiyorsan AKP’ye oy vereceksin. Aksi takdirde sıkıyönetim, operasyonlar devam edecek, hayat sana zehir edilecek, deniyordu. Bu korku, sindirme ve yıldırma atmosferinden AKP oylarının artacağının hesabını yapıyordu. Davutoğlu pervasızca Ankara katliamından sonra oylarının % 1 arttığını söyledi; böylece oylarının artması için başka katliamların yapılmasından memnun olacaklarını ima ediyordu. Utanmadan, çekinmeden bize oy vermezseniz 90’lı yıllarda olduğu gibi “Beyaz Toroslarla” faili meçhul cinayetlere kurban gidersiniz korkusunu yaymaya çalışıyordu. Yaşlı-yoksul kesimleri de verilen ekonomik yardımların kesileceğini söyleyerek korkutuyordu.

 

Ba saldırılar karşısında HDP seçim taktiğini değiştirdi. Seçmen ve kadrolarını korumak için büyük mitingler yerine yaygın küçük eylemlere geçti. Tüm saldırılara, baskıya ve teröre, yapılan hile ve sahtekarlıklara rağmen HDP seçımde büyük bir başarı sağladı. AKP’nin HDP’yi barajın altına indirme politikası iflas etti. Kürt halkının büyük bir kesimi, Batıda HDP seçmeninin büyük çoğunluğu partisine sahip çıktı. HDP % 11’e varan bir oyla Mecliste üçüncü büyük parti oldu. Bu barış ve demokrasi güçlerinin, özgür, eşit, kardeşce bir yaşam isteyenlerin büyük bir başarısı idi. Mecliste bir HDP Kürtlerin, Türklerin ve diğer halkların ve Türkiye’nin çıkarınadır.  HDP Kürt sorununun çözümünde, barış ve çözüm sürecinin ilerletilmesinde, Türkiye’nin demokratikleştirilmesinde ve özgürleştirilmasinde ana aktörlerden biridir.

 

Bazı ilerici, demokrat Türk aydınları, 7 Haziran seçimlerine kıyasla 1 Kasım seçimlerinde HDP’nin % 2 oy kaybını AKP ve Erdoğan’ın yarattığı ve kızıştırdığı şiddet ve terör ortamından ziyade, PKK’nın ateşkesi bitirmiş, Kürtlerin demokratik siyaset yerine “devrimci silahlı mücadeleyi” seçmiş, “çatışma zeminine” geri dönmüş olması gibi mesnetsiz tesbitlere dayandırmaya kalkıştılar. Böylesi gerekçeler hem bir çarpıtmadır, hem de sebep ve sonuç, öz ve yansıma ilişkilerini biribirine karıştırmaktır, Türk devletinin politik parametrelerini anlamamaktır, onun etkisnden kurtulamamaktır. Hele hele HDP, KCK’ya söz geçiremiyor, PKK HDP’yi dinlemiyor gibi uydurma söylemlerle PKK ile HDP arasında yapay çelişkiler yaratmaya kalkmak, başta Erdoğan olmak üzere Türk egemen güçlerinin baskıcı, otoriter politikalarına dastekten başka bir anlama gelmez. Kaldı ki, Türk aydınının, solcusu, demokratı ve devrimcisinin ilk görevi Kürt direnişini eleştirmek değil, bu direnişi desteklemektir. Türk kamuoyuna Kürtlerin neden direndiğini, PKK’nın ne için savaştığını, gençlerin neden barikat kurduğunu, hendek açtığını anlatmaktır. Batı’da Erdoğan’nın operasyonlarını protesto eden, Kürt halkının direnişini destekleyen miting, yürüyüş ve eylemler düzenlemektir.

 

Özellikle özyönetim ve özerklik konusunun Kürt sorununun çözümünde olmazsa olmaz bir koşul olduğu Türkiye halklarının şuuruna çıkarılması şarttır. Kürdistan’da bazı belediye başkanlarinın özyönetim, özerklik ilanları desteklenmeli ve tüm Türkiye’ye yaygınlaştırılmalıdır. Özerklik Türkiye’nin ve bütün Türkiye halklarının sorunudur, günümüz siyasetinde tutulması gereken ana halkadır. Özerklik, 100 yıldır sürdürülen barbarlığa, Erdoğan’ın halkımıza dayattığı merkezci faşist sistemine, tekçi iktidarına son vermenin yoludur. Özerklik yalnız Kürtlerin bir sorunu değil, Türkiye’de demokratikleşmenin, Türkiye’yi yeniden yapılandırmanın temel sorunuudur. Özerklik hem Meclisteki hem de toplumdaki tartrışmaların, özellikle yeni bir Anayasa tartışmasının odağına oturtulmalıdır. Özerkliği içermeyen bir anayasa asla demokratik bir anayasa olamaz. Halkımıza, özerkliğin içerdiği ayrılma hakkı ile eşit, özgür birlikte yaşam kararı arasındaki diyalektik bağ daha net gösterilmeli, özerkliği içeren bir anayasa için mücadele yükseltilmelidir. Yine PKK’ya yapıştırılan bir terör örgütü olduğu yaftasına karşı çıkılmalıdır. Terör ile özgürlük direnişi ve ulusal baskıya karşı başkaldırılar arasındaki farklar gösterilmeli, PKK’nın Türk devletinin Kürt halkına karşı 100 yıldan beri uyguladığı baskı ve zulümün, inkar ve imha politikasının bir sonucu olduğu, PKK’nin diğer ulusal kurtuluş hareketleri gibi, halkının kurtuluşu için silahlı mücadeleden başka bir çıkış yolu bırakılmayan silahlı siyasi bir hareket olduğu Türk halkına sürekli anlatılmalıdır. Bu konu Meclis toplantılarının ana gündeminden birini oluşturmalıdır. Özellikle Türk egemen çevrelerinin HDP’nin bir Türkiye partisi obilmesi için terörle arasına mesafe koyması gerekir gibi “öğütlerine”, provokasyonlarına kesinlikle karşı çıkılmalıdır. Kimi müsvette aydınlar egemen güçlerin bu öğütünü sakız gibi ağızlarında çiğnemektedir. Türk halkına şu gerçek açıkca söylenmelidir: Kürt halkının direnişi bir terör eylemi değil, kendi en doğal ulusal ve demokratik hakları ve varlığı için mücadeledir, egemen güçlerin inkar ve imha politikalarına karşı genci ve yaşlısıyla topyekün bir başkaldırıdır. Bu direniş ve başkaldırının günümüzde devam etmesinin nedeni, Erdoğan’ın  hala Kürtlerin bu en temel hak ve özgürlüklerini inkar etmesidir, Barış Masasını devirmesi, Kürtlere karşı savaş açmasıdır. Kürt halkı bu savaşa karşı direnişi bugün barikatlarla ve hendeklerle sürüdürüyor, teslim olmuyor. Türk halkının bu direnişleri desteklemesi, Erdoğan’ın geriletilmesi, Türkiye’de huzur ve istikrarı sağlanmasını, demokrasinin gerçekleşmesini daha da hızlandıracaktır.

 

1 Kasımda AKP baskı ve terörle, hile ve sahtekarlıkla, devletin tüm olanaklarıni kullanarak % 49 oyla tekrar iktidarı tek başına ele geçirdi, Türkiye yeniden  daha zor bir döneme girdi. AKP iktidarının bu yeni döneminde talan ve yağma daha da artacaktır, demokrasi, özgürlükler iyice rafa kaldırılacaktır, baskı ve devlet terörü daha da artacaktır, 90’lı yıllarda olduğu gibi JITEM’in ve “Beyaz Toros”ların, “derin devletin”  işlediği faili mechul cinayetlere benzer cinayetler geri gelecektir. Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin hunharca öldürülmesi faili mechul cinayetlerin yeniden hortlatıldığını gösteriyor. AKP bu dönemde açık ve gizli devlet terörüyle halkı daha da sindirecek, basını daha da susturacak, Türkiye üzerine ölü toprağı serpmeye calışacaktır. Erdoğan, MTTB eskisi ve Kanlı Pazar tertipcisi Ismail Kahraman’ı Meclis Başkanı yaptırttı, yeni kabineyi faşist akımlardan, Türk-islam sentezi anlayışından gelenlerle doldurdu. Bu dönemde toplumda milliyetcilik, ırkcılık, faşistlik, islami baskı daha da yaygınlaşacaktır. Gerici güçler, Yeni Osmanlıcılar, hilafetciler, yobazlar, kökten dinciler, cumhuriyet ve laiklik düşmanları, faşistler, ırkcılar daha da kışkırtılacaktır. Toplumun İŞİD’leşmesi daha da artacaktır. Daha şimdiden halkın % 8’i İŞİD sempatizanı haline gelmiştir. Konya ve Istanbul’daki futbol stadyumlarında yaşananlar bunun açık göstergesidir. Bu maçlarda Ankara ve Paris’de İŞİD terörü kurbanaları ıslıklanırken, İŞİD canavarlarına teveccüde bulunulmuştur. Tüm dünya Irak’ta ve Suri’yede İŞİD’e karşı savaş açarken, AKP iktidarı İŞİD’i hala destekleyen ve kollayan iktidar olarak tüm dünyada itham edilmektedir, Türkiye İŞİD’in Hinterlandı olarak görülmekte ve islami terörle özdeşleştirilmektedir. Erdoğan ise İŞİD katliamlarını Kürtlerin şahsında PKK’ya yıkmaya kalkmaktadır. Artık İŞİD canavarı yalnız Suriye ve Irak’ta değil, Türkiye halkları için de büyük bir tehdit ve tehlike oluşturmaktadır. Suruç’da, Diyarbakır’da, Ankara’daki katliamları düzenleyen İŞİD’tir ve bunlarında arkasında hükümet vardır. Bunlar daha 4 yıllık bir AKP iktidarında ülkenin nerelere varabileceğinin bir göstergesidir.

 

AKP iktidarı içte ve dışta savaş ve macera demektir, en baştada Kürt halkına karşı savaş demektir. Diyarbakır’a, Kandil’e, Rojova’ya karşı saldırı demektir. Erdoğan Kürt ulusal hareketini boğmak için İŞİD dahil tüm gerici islami güçlerle işbirliğinden çekinmemektedir. Dünya İŞİD’in barbarlığına karşı dururken, O İŞİD’i Rojova’da Kürtlerin üstüne sümekten çekinmedi. Bu tutum Türkiye’yi dünyadan soyutlanmaya götürdü. AKP’nin bu yeni iktidar döneminde ülkemiz hızla Suriye ve Irak’daki savaş bataklığına itilecek, emperyalizmin Orta Doğu’daki çıkarlarına daha çok alet olacaktır. Suriye üzerinde bir Rus uçağının Erdoğan adına vekalet savaşı sürdüren cihatcılar tarafından düşürülmesi AKP iktidarının ve Erdoğan’ın ne kadar maceracı olduklarını bir kez daha ortaya koymuştur. Rus uçağını düşürerek Türkiye Orta Doğu’daki krizi daha da germiş, açıkca cihatcı, El-Kaideci, İŞİD’ci teröristlerin safında olduğunu göstermiştir. Suriye ve Irak’da İŞİD’e karşı savaşan güçlerin, Kürtlerin, Arapların, Türkmenlerin bir cephe kuramamasının, uluslararası bir koalisyonun oluşturulamamasının nedeni, Erdoğan’ın PYD ve Kürt düşmanlığıdır. Oysa Orta Doğu’da bu bataklığı kurutmanın, emperyalizmin böl ve yönet politikalarını iflas ettirmenin, İŞİD terörini yenmenin yolu Türklerin ve Kürtlerin birliği ve ortak hareketidir, Türkiye’nin Suriye’de ve Irak’ta İŞİD’e karşı savaşan YPG’yi ve yurtsever güçleri aktif desteklemektir. Bu Orta Doğu’daki tüm halkların çıkarınadır. Bugün Erdogan Türkiye’de ve Orta Doğu’da barışı önleyen, çatışma ve savaşı körükleyen baş aktörlerden biridir.

 

Erdoğan Kürt ve Türk halklarının birliği bozmak için elinden geleni yapmaktadır. Kürtlere saldırmakta, 30 yıldır sonuç vermeyen güvenlikci politikalara geri dönmekte, şimdiye kadar hiç bir hükümetin başaramadığı “PKK’nın kökünü kazımaya” kalkışmaşkta, uygulamalarıyla 90’lı yıllardan geri kalmamaktadır. Seçimlerin bitmiş, iktidarı tek başına ele geçirmiş olmasına rağmen, Kürdistan’da hala direnen Kürt halkının direnişini kırmak için geçmişteki Dersim katliamını andıran Kürt katliamları gibi operasyonlar düzenlemektedir. Utanmadan da bu katliamları Kürt Türk kardeşliğini adına yaptını söyleyebilmektdir.

 

Bu gidişe dur demek için AKP’ye karşı en geniş güçlerin eylem ve cephe birliği, ittifakı gereklidir. Bugün Türkiye’de bu ittifağın odağı HDP’dir. Burada bu ittifağı baltalamak isteyen boşbağazlara, müsvette devrimcilere, korkaklara yer yoktur. HDP, AKP’ye, Erdoğan’ın fiili başkanlığına, antidemokratik, otoriter faşist uygulamalarına, Kürtlere ve diğer halklara, işçi ve emekçilere uyguladığı baskı ve zulme, saldırılara, Orta Doğu’da başta ABD olmak üzere emperyalist planlara ve savaşlara karşı duran, demokrasiyi, barışı, eşitliği, özgürlüğü, bağımsızlığı savunan tüm güçlerin partisi ve ittifağıdır, Bu mücadelede parti üyelerimiz aktif rol alacaklar, HDP’nin özellikle Türk işçi ve emekçileri arasında yığınsallaşması, Türkiyelileşmesi için aktf çalışacaklardır. Bu mücadele de hem HDP, hem partimiz TKP daha da güçlenecektir, halklarımız kazanacaktır..

14.12.2015

 

Türkiye Komünist Partisi TKP – 1920                                          www.tkp-online.com