TKP’nin Dünü, Bugünü, Yarını (2. Bölüm)

XIII- 1951/52 Tevkifatı: Partide bölünmeler ve ayrışmalar

1951/52 Tevkifatı olarak tarihe geçen bu tutuklama parti tarihinde yaşanan en büyük yıkımlardan biridir. Tutuklamaların esas nedeni iktidara yeni gelen Menderes-Bayar yönetiminin ABD ve Batı yanlısı politikalarına engel çıkaracak esas güç olan komünistlerin faaliyetlerinin önlenmesiydi. Hükümetin NATO’ya giriş bileti olan Kore Savaşı’na asker gönderilmesine Behice Boran’ın başında olduğu Barışseverler Cemiyeti karşı çıkmış ve hükümet zor durumda kalmıştı. Bu tutuklamalar aynı zamanda dünya ölçüsünde giden antikomünist kampanyanın da bir parçasıydı. Türkiye artık Sovyetler`le iyi komşuluk ilişkilerini terk ediyor ve Batı Bloku’nun içinde daha kesin yer alıyordu. Bu Türkiye politikasında sonuçlarını hȃlȃ yaşamakta olduğumuz yeni bir dönemin başlangıcıydı.

 Sansaryan Hanı’nda ağır işkence koşullarında tutukluluk ve soruşturma döneminde partililer arasında gruplaşmalar meydana geldi. Duruşmada Zeki Baştımar parti ve komünizmin savunmasını yaptı. Hükümet mahkemenin komünistlere idama kadar ağır cezalar vermesi için 141 ve 142. Maddelerin ceza hükümlerini ağırlaştırdı.

 51/52 Tevkifatının partimiz için sonuçları çok ağır oldu. Bu tutuklamalar partiyi 20 sene felç etti. Hapishanede çıkan gruplaşma ileride partinin yurtiçi ve yurtdışı diye bölünmesinin temelini oluşturdu. 10 sene boyunca Türkiye’de parti faaliyetleri tamamen durdu. Partinin ve ilerici güçlerin sesini duyuran İ. Bilen’in girişimiyle kurulan ve Demokratik Almanya’dan yayın yapan “Bizim Radyo” oldu. Bizim Radyo’nun kurulması Parti tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır.

 XIV- Yurt içi – Yurt dışı ayrılığı

 1960’lı yıllar da TKP’nin zor yıllarıdır. 10 yıllık cezaları ve sürgün süreleri bitenler tahliye edildiler. Zeki Baştımar 1961 yılında yurt dışına çıktı, Demokratik Almanya’ya geldi. Hapishanede başlayan gruplaşmalar daha da keskinleşti. İ. Bilen Türkiye’deki yoldaşların çağrılıp yurtdışında bir konferans toplanması önerisi ülkedeki yoldaşlar tarafından olumsuz karşılandı. Ülkedekiler “esas parti biziz, onlar yurtdışında `mülteci`”dir şeklinde tutum aldılar. Onlar bu tutumlarıyla disiplinsizlik yapıyor, bölücülük yapıyorlardı. Komünist harekette bir ülkenin esas komünist partisinin Sovyetler Birliği Komünist Partisi SBKP’nin ve diğer kardeş partilerin, kabul ettiği parti olduğu gerçeğini ülkedeki yoldaşlar görmezlikten geldiler.  Türkiye’de 27 Mayıs darbesinden sonra yığınlarda bir hareketlilik başlamış, Türkiye İşçi Partisi TİP kurulmuş, Meclis’e girmiş, antiemperyalist, demokratik, Marksist, sosyalist fikirler işçi sınıfı, gençlik arasında, ülkede yayılmaya başlamıştı. Sendikal harekette sınıf sendikacılığı güçleniyordu. Sovyetler Birliği ve sosyalist sistem için önemli olan komünistlerin bu gelişmelerin içinde yer almasıydı. .

Zeki Baştımar yurt dışında Yakup Demir parti adıyla TKP MK Birinci Sekreteri olarak partinin başına geçti. 1962’de yurt dışı parti aktiflerinin konferansı toplandı. TKP, SBKP’nin ve diğer kardeş partilerin kongrelerine katıldı ve gerçek komünist partisinin Bizim Radyo çevresindeki örgüt olduğu dünyaya ilan edildi.  Öte yandan ülkeden uzak kalmak hem Bizim Radyo redaksiyonunda, hem de yurt dışı parti birimlerinde sürekli sorunlar yarattı. Konferanstan sonra kurulan Dış Büro hep işlevsiz kaldı, dağılmalar, ayrılmalar oldu. Buna karşılık yayın faaliyetlerine hız verildi. Batı Almanya’daki işçi ve öğrencilerle ilk ilişkiler kuruldu.

 XV- Mihri ve Kıvılcımlı’nın bozgunculuğu ve TİP’e saldırıları

 60’lı yıllarda önemli olaylardan biri Türkiye’de Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı’nın başını çektiği grubun bozgunculuk ve ihanetlerdir. Bu grup 60’lı yıllarda gelişmeye başlayan işçi hareketine, işçi ve emekçi, gençlik yığınlarda büyük bir ilgi uyandıran Türkiye İşçi Partisi TİP’e cephe aldılar. Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu gibi Kemalist küçük burjuva radikalleriyle birlikte asker sivil aydın öncülüğünde Milli Demokratik Devrim MDD stratejisini işçi ve emekçiler, gençler arasında yaymaya kalktılar. Parti Mihricilerin bu politikasına, TİP’e saldırılarına karşı çıktı, TIP’i onlara karşı korudu. Mihricilerin bu tutumuna Reşat Fuat da karşı çıktı ve TİP’in desteklenmesi gerektiğini savundu.

 Sol Kemalistler gibi MDD’cilere göre de devrime öncülük edecek olan işçi sınıfı değil, asker sivil aydın zümredir. Onlar bu tutumlarıyla gelişen işçi hareketini, TİP’in ve DİSK’in mücadelesini göz ardı etmekle kalmadılar, TİP çevresinde sosyalist fikirlerle tanışıp güçlenen, başını Deniz Gezmişlerin, Mahir Çayanların, Sinan Cemgillerin çektiği devrimci gençliğin TİP’ten koparılmasına, bir kısmının Kemalist hareketin kuyruğuna takılmasına ve bu gençlik hareketinin bölünüp paramparça olmasına aracı oldular. Gençlerin Maoculuğa, Enver Hocacılığa yönelmelerine ve değişik isimlerle komünist partileri kurmalarına önayak oldular. Bu ihanetleri nedeniyle onlar partiden atıldılar.

 60’lı yıllarda en önemli olay işçi direnişlerinin ve örgütlenmesinin, sendikal hareketin gelişmesi, bölücülerin tüm çabalarına  rağmen TİP’in güçlenmesi ve Meclis’e girmesiydi. Partimiz her türlü saldırılara karşı TİP’i korudu, TİP’in güçlenip gelişmesine büyük önem verdi. TİP’in başındaki Aybar-Boran-Aren üçlüsü TKP üyesiydiler. Onlarla bağlanmak çok önemliydi. Ama TİP yöneticileri yurt dışı parti yönetimiyle bağ kurmak istemediler. Bu TİP yöneticilerinin en büyük hatalarından biriydi. Onların bu tutumunda “komünist partisi biziz” anlayışı yatıyordu.

 XVI- SBKP’nin TKP ve TİP’in birleşme sorunu

 60’lı yıllarda Türkiye’deki olaylar ve TİP’in gelişmesi SBKP açısından da ilginçti. SBKP yığınlarla bağlı, mecliste temsilcisi olan legal bir sol harekete büyük önem veriyorlardı.

Hatta SBKP komünistlerin yönetimde olduğu TİP’i kardeş parti olarak görmeye başlamıştı. Bu durum TKP ve TİP’in birleşme konusunu gündeme getirdi. Bu konu SBKP tarafından partimize sık sık önerildi. 1980 darbesinden sonra Boran ve Sargın’ın yurtdışına çıkmasıyla birleşme yeniden gündeme geldi. Oysa TİP komünist bir parti değildi, sosyalist bir partiydi ve ayrı bir parti olarak yaşaması daha yararlıydı. SBKP bu konuda farklı düşünüyordu. SBKP ile TKP arasında bu konu uzun süre bir sorun olarak gündemde kalmıştır. SBKP hem partinin güçlenmesine hem de TİP ve diğer sosyalist hareketle birlikteliğe büyük önem vermiştir.

 SBKP’nin 60’lı yıllardaki bu tutumunda anlaşılır bir yan vardı. Partinin yayın faaliyetleri vardı, ama yurtdışında yığınlardan kopuk kalmıştı. 1963’de Nazım’ın ölmesiyle ve bazı yoldaşların Bizim Radyo’dan ayrılmasıyla bu durum daha da ciddileşti. Partide bu durumun değişmesi, onun Türkiye’de yığınlarla bağlanması gerekiyordu. Bunun için TİP’le kaynaşmak bir olanaktı. Ama 71 darbesiyle birlikte bu olanak da suya düştü Parti bu sorunu, yığınlarla bağlanma sorununu çözmek için nereden ve nasıl başlamalıydı?

XVII. Türkiye ile yeni bir bağ, Köprübaşı: Avrupa’da çalışan Türkiyeliler

 Yurtdışına çalışmaya gelen Türkiyeli işçilerin sayısı 60’lı yılların sonunda 1 milyona yaklaştı. Partinin önünde hem bu işçiler içinde örgütlenmek, hem de onların aracılığı ile Türkiye’de bağlar kurmak görevleri duruyordu. 60’lı yıllarında ortasından sonra Batı Avrupa’daki işçiler ve öğrenciler hem Türkiye hem de Almanya ile ilgili kendi sorunlarını tartışmak ve çözmek için dernekler kurmanın, örgütlenmenin zorunluğunu gördüler. İşçiler, “Neden kendi ülkemizde değil de yaban ellerde çalışmak zorunda kalıyoruz?” sorusuyla karşı karşıya kalıyorlardı. Bu soru soruldukça onların politikleşmesi, Türkiye’nin içinde bulunduğu geri kalmışlıktan kurtuluşu üzerine düşünmeleri de, kaçınılmaz oluyordu.

 Avrupa’daki 68 hareketinde yer alan Türkiyeli öğrenciler de Türkiye’nin emperyalist bağımlılıktan nasıl kurtulacağını tartışıyorlardı. Zamanla bu işçi-öğrenci buluşmasından sol ve demokratik örgütler doğdu. Bu örgütler Avrupa Toplumcular Federasyonu ATTF olarak birleşti. Nasıl bir politika izleneceği konusunda da, dünya çapında giden sınıf savaşında, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesinde Sovyetler Birliğinin ve dünya sosyalist sisteminin yanında yer alınmasının en doğru tutum olacağı saptandı. İşçiler ve öğrenciler giderek artan bir ölçüde, bu doğrultuda hareket eden Türkiye Komünist Partisi TKP ile ilişkiye geçmeye karar verdiler. Bu çalışmalarda Alman Komünist Partisi’nin, Batı Berlin Sosyalist Birlik Partisi’nin, Fransa Komünist Partisi’nin, Belçika Komünist Partisi’nin, Yunanistan Komünist Partisi’nin ve diğer komünist partilerinin paha biçilmez enternasyonal dayanışmaları oldu.  

 XVIII- 1973 Atılımı: Fabrikalar kalemizdir

 Parti yönetiminde önce parti örgütlenmesine mi yoksa geniş bir ittifakla bir cephe hareketine mi ağırlık verilmesi gerektiği tartışıldı. İsmail Bilen ve Aram Pehlivanyan yoldaşların görüşü ağır bastı ve Batı Berlin’de ilk parti komitesi kuruldu. İki yoldaş, Şiko ve Yelkenci Batı Almanya ve Batı Avrupa’da partiyi örgütlemek üzere görevlendirildi. Hem geniş bir cephe oluşturma, hem de partiyi örgütleme çalışmaları başladı.  

 Demir Yoldaşın ağırlaşan hastalığı nedeniyle parti çalışmaları iyi yürümüyordu. Polit Büro 24 Mayıs 1973’de Sovyet ve Alman yoldaşların da izlediği toplantıda Demir Yoldaşı MK Birinci Sekreterliği görevinden aldı, emekliye ayırdı. Bilen ve Pehlivanyan yoldaşlardan oluşan Polit Büroya Şiko ve Yelkenci yoldaşlar da alınarak, Polit Büronun güçlendirilmesine karar verildi. Polit Büro ilk toplantısında Bilen Yoldaş`ı Genel Sekreter seçti ve partiyi ayağa kaldırmak için her alanda acil adımlar atılmasını saptadı.

 Merkez Organ olarak Atılım’ın çıkarılmasına, “TKP’nin Sesi Radyosu”nun kurulmasına, yeni bir program ve tüzüğün hazırlanmasına, Batı Avrupa ve Türkiye’de belli bir örgütlülük düzeyine ulaştıktan sonra bir parti konferansının toplanmasına karar verildi. Batı Almanya’da Türkiye ile ilişkileri kurmak ve geliştirmek için bir köprübaşı kuruldu. Türkiye’den yeni çevreler ve kadrolar kazanıldı, Türkiye’nin her bölgesinde parti komiteleri oluşturuldu, komiteler çalışmaya başladı, parti yığınlarla bağlandı. Başta DİSK olmak üzere sendikalarda, işçi yataklarında gençler ve kadınlar arasında örgütlendi, fabrikalar kalemiz oldu. Dev 1 Mayıs gösterileri gerçekleşti. Burada ilerici sınıf ve yığın sendikacılığının kararlı uygulayıcısı Kemal Türkler’i ve İbrahim Güzelce yoldaşı özellikle anmak gerekir. Parti Türkiye’de ayağa kalkmıştı, varlığı artık her köşede hissediliyordu. Gelişen bu koşullarda 1977’de partinin ‘Konya Konferansı’ yapıldı, partinin tüm organları oluştu, çalışmalar yeni bir ivme kazandı. 20 yıl aradan sonra parti Türkiye’de yaşıyor ve savaşıyordu.

 TKP tarihindeki 1973 Atılımı böyle gerçekleşti. 1973 Atılımı partide yalnız örgütsel ayağa kalkmanın simgesi değil aynı zamanda ideolojik, politik, pratik ve ilkeli çalışma anlayışı açısından da bir dönüm noktasıydı. 50 yıl boyunca dönem dönem somut olaylarda su yüzüne çıkan ve belirginleşen Şefik Hüsnü anlayışı kesinkes kapanmış, Mustafa Suphi’nin Marksçı-Leninci çizgisi yeniden patide egemen olmuştur. İşçi ve köylü, emekçi yığınlarına, Kürt halkına karşı sömürücü, baskıcı, ırkçı, şoven karakterli devletin aşılıp özgürlük ve eşitlik anlayışı temelinde demokratik bir devlet için mücadeleyi net ifade eden, bu işbirlikçi burjuva devletiyle ve onun emperyalist dayanaklarıyla mücadeleyi esas alan ve bu devletle her türlü ideolojik uzlaşmayı reddeden bir anlayış getirmiştir. 1973 Atılımı’nın özü burada yatmaktadır. Programdaki ileri demokrasi yepyeni bir demokratik Türkiye anlayışını içeriyordu.

 Parti kadrolarının Marksçı-Leninci temelde kaynaşmaları, düşünce ve harekette birlikteliğinin sağlanması, gerekiyordu. Bu ise bir süreçti. Özelikle programdaki ileri demokrasi stratejisi zaman zaman ve yer yer tartışmalara neden oluyordu. Bu stratejinin temelinde ülkede güçler dengesini işçi sınıfı öncülüğünde ulusal ve demokratik bir cephe çerçevesinde demokratik devrime, oradan da değişen güçler dengesiyle sosyalizme doğru dönüştürmek görüşü yatıyordu. Başta İngiltere olmak üzere bazı parti örgütleri ülkede güçler dengesinin çoktan değiştiğini, ülkede devrimci bir durumun olduğunu, gündemde devrimin durduğunu ileri sürerken, Partinin diğer örgütlerinin çoğunluğu da, sağ ve sol güçler arasında çatışmaların artığını, ama henüz devrimci bir durumun olmadığını, en geniş katılımlı demokratik bir cephenin  henüz oluşmadığını ve yığınların büyük çoğunluğunun henüz kazanılamadığını iler sürdüler ve İngiltere örgütünün goşist bir tutumda olduğunu belirttiler. İngiltere örgütü partiye bu görüşünü kabul ettirmeye ve parti içinde bu yönde bir örgütlenmeye gitmeye kalkınca, yaptığı disiplinsizlik yüzünden partiden atıldı. “Goşist” tavır başka bazı parti örgütlerinde de ortaya çıkıyordu.

 XIX. 12 Eylül darbesi: Yeni bir dönem

 Bu gelişmenin önüne 1980 darbesi bir set çekti. Darbe neoliberal ekonomik bir anlayışla Kemalist Türk devletinin Türk-İslam sentezi üzerinde zorla yeniden inşa ve tahkim edilmesiydi. Darbenin yıkım ve sonuçları çok ağır oldu. Darbe sol ve demokratik güçler üzerinden silindir gibi geçti. Silindirin altında kalmayan tek güç Kürt Özgürlük Hareketi oldu. Partimiz darbeden ağır yaralar aldı. Üstümüze büyük bir tutuklama dalgası geldi. Kadroların büyük bir kısmı yurtdışına çıktı. Yurt dışında parti çalışmalarının stabilize edilmesi, hataların araştırılması, dersler çıkarılması gerekiyordu.   Çıkarılacak en önemli ders bir yanda partinin Türkiye’de kalan birimlerinin hızla yeniden reorganize edilmesi, diğer yandan 12 Eylül darbe öncesi gelmekte olan faşist tehlikeye karşı başarılamayan sol ve demokratik güçlerin eylem birliğinin şimdi faşizan askeri cuntaya karşı yurtdışında gerçekleştirilmesiydi.

 Parti birimlerinin reorganizasyonu iyi gitmiyordu. Bir sorumlu gerekiyordu, bulundu: H. Erdal. Dolaylı olarak Bilen Yoldaşın da sorumluluğu vardı. H. Erdal bu görevden alındı. Yerine Türkiye örgütlerini tanıyan üye olarak Kutlu partinin reorganizasyonunu üslendi. Türkiye’ye gönderilen ilk yoldaşlar maalesef kısa zamanda tutuklandı. Türkiye ile bağlar kurmak, toparlanmak zaman alıyordu. Sonunda 5. Kongreye Türkiye’den bir katılım sağlandı. Böylece Kutlu Türkiye’de kendine bağlı bir örgütlenme yaratmış oldu. Ama bu örgütlenmede Marksçı-Leninci anlayıştan çok, goşistçe anlayışlar egemendi.

 Yurt dışına çıkan kadroların Avrupa’ya dağıtım ve yerleştirilmesi de kolay olmadı. Kutlu Türkiye’den tanıdığı ve güvendiği bu kadroları Batı Avrupa örgütlerine yerleştirerek bu örgütleri direk kendine bağlamayı planlıyordu. Bat Avrupa, özellikle Batı Almanya örgütü buna tepki gösterdi. Nabi zorla bu uygulamasını dayatınca Batı Berlin ve Batı Almanya örgütlerinde parçalanmalar, ayrılmalar oldu. Nabi bu tutumuyla daha o zaman kolektif çalışmadan uzak, keyfi ve bencil tutumuyla, kendi hırs ve kariyeri için partinin parçalanmasını ve yok olmasını bile göze alabileceğini ortaya koymuştu. Onun bu tutumu TİP ve sol güçlerle birleşme sürecinde daha belirgin ortaya çıktı. Sansasyonel, ani, goşistçe hesapsız kararlar, oldu bittiler onun karakteristik çalışma yöntemiydi Türkiye’ye dönüş de onun bu anlayışının bir parçasıydı. Birleşme ve dönüşler Türkiye’de iyi gitmeyen parti reorganizasyonunun ve hem TKP’de hem TİP’de hazmedilmeyen birleşme politikasına karşı yükselen tepkileri bastırmanın da bir yolu idi. Onun için önemli olan ilkeli bir örgütlülük ve birlik değil, dışa göstermelik sansasyonel bir hareket yaratmak, örgüt üzerinde otorite kurmak, kariyer yapmaktı. Örgütlerin likidasyonu uğruna bunu da başardı. Zira birleşme Marksçı-Leninci ilkeler temelinde değil, iradeci, “ben yaptım oldu” anlayışıyla ne idüğü “belirsiz” bir sol birlik adına yapılan bir likidasyondu.

 XX.TİP’le birleşme: Likidasyona giden yol

 12 Eylül darbesinden sonra hemen hemen tüm sol ve demokratik güçlerin yöneticileri Batı Avrupa’ya geldiler. Bunlar arasında TİP’ten Boran ve Sargın, TSİP’ten Kaçmaz, Yusufoğlu, Gazioğlu gibi yöneticiler bulunuyordu. 80’li yılları başında sol ve demokratik güçlerle ittifak çalışmaları bunların tutumu nedeniyle yavaş yürüyordu. Zira onlar, özellikle TİP TKP ile birleşmeyi dayatıyordu. TKP ise onlara gündemde eylem birliği olduğunu açıklıyordu. Onlar ise, özellikle TİP, kendilerinin Marksçı-Leninci parti olarak kabul edilmelerini, gündemde eylem birliği değil, birleşme olduğunu belirtiyorlardı. Hele Boran esas komünist partisinin TİP olduğunu, TKP’nin TİP’e katılması gerektiğini değişik biçimlerde vurguluyordu. Sovyetler, Almanlar ve Bulgarlar ise birleşmeyi dayatıyorlardı. Politbüro’da Bilen, Şiko ve Yelkenci birleşmeye karşı çıkıyorlardı. Onlara göre TİP içinde komünistlerin de, sosyaldemokratların da, küçük burjuva sol ve demokratik aydınların da olduğu legal sosyalist, ilerici, demokrat bir partidir. Türkiye’nin böyle bir partiye ihtiyacı vardır, TİP’in yaşaması ve gelişmesi gerekmektedir. TİP’i illegal bir komünist partisi yapmak büyük bir hatadır. “Gündemde olan birlik değil, eylem birliğidir, Boran’ın yeri hem TİP başkanlığı, hem de TKP Polit Bürosu’dur, birleşme likidasyonun yolunu açar”, diyorlardı. Nabi, Veysi ve diğerleri ise birleşmeden yana tavır koyuyorlardı.

 Sovyetlerin baskısı sonunda Bilen yoldaş da birleşmenin yanında yer almak zorunda kaldı. Bunun üzerine TİP, TSİP ve diğer parti ve gruplarla görüşmelerden sorumlu Şiko yoldaş bu görevden alındı. Sovyetler hem Türkiye’de parti reorganizasyonunun, hem TİP’le birleşmenin hızlı gitmesi için Nabi’nin genel sekreter olmasını önerdiler. Partinin 5. Kongre öncesinde bu değişiklikler gerçekleşti. 5. Kongre bu değişikliklerin onayı oldu. Kongre parti tarihinde yeni bir kırılmaydı. Bu kırılmayı Nabi daha sonra TÜSTAV sitesinde 1983’deki “TKP 5. Kongresi ile ‘resmi tarih’ anlayışının dışına çıkmaya başlamıştık” diyerek “TİP-TKP birliğine sıcak bakmayan Bilen’in tarih tezinin… TKP 5. Kongresi’nde kalkmış” olduğunu ifade ediyordu. Nabi’nin terk ettiğini ve kaldırdığını söylediği “resmi tarih” ve Bilen’in “tarih tezi” yukarda anlatılan Mustafa Suphilerin Marksçı-Leninci yoludur.  1983’de 5. Kongre ile 73 Atılımı dönemi kapandı, bir kez daha Mustafa Suphilerin yolu terk edildi. Şefik Hüsnü partiye Kemalist küçük burjuvaları doldurmuştu. Nabi ise bu yeni küçük burjuva solcularıyla birleşerek partiyi likide ediyor, varlığına son veriyordu. Önce TİP’le birleşildi. TBKP oluşturuldu. Bunu TSİP, Kurtuluş ve diğer sol gruplarla birleşerek SBP ve BSP izledi. Burjuvaziye hizmette hızını alamayanlar Cem Boyner’in YDH’sına gitti.  Birlik yolu en sonunda ÖDP’nin kurulmasıyla partinin Kemalist Dev-Yol’a teslim edilmesiyle sonlandı. Böylece partinin likidasyon süreci de tamamlanmış oldu. Nabi’nin çevresi de küçük burjuvalıktan, Kemalizmden bir türlü kurtulamadı. Kemalist anlayıştan kurtulmak, “arınmak” partiyi yeniden ayağa kaldırırken en önemli sorundur.

 ÖDP’de komünistlerin, Marksistlerin Dev-Yolcu Kemalistlerle birliği uzun ömürlü olmadı, olmazdı da. Bu ateşle suyun birliği, sonunda ateşin sönmesi gibi bir şeydi. ÖDP sayesinde Oğuzhan Müftüoğlu dağılmakta olan Dev-Yolu toparladı ve güçlendirdi. ÖDP’de egemen kıldı. Bu ise ÖDP’de Kemalizmin egemen olması demekti. Artık ÖDP’de “Marksistlere” yer yoktu. ÖDP eski bileşenlerine ayrıştı, kendine Marksist diyenler ayrıldı, herkes kendi hareketini bir biçimde yeniden yaratmaya koyuldu. TKP’liler, kendine Marksist, komünist diyenler de kendilerine bir yol aramaya başladılar. TKP’liler partinin yokluğunu belki ilk kez hissettiler. Bir başlangıç yapmak için Gümüldür’de toplandılar. Toplantıya komünistlerin birliği adına yine “herkes” katıldı. Herkesin katıldığı bir toplantıdan bir şey çıkmayacağı ortada idi. Yine de “Ürün” dergisini yeniden çıkarmak üzere bir komisyon kuruldu. Kaplan kardeşlerin sekter ve bencil tutumları nedeniyle Rasim Öz ve yoldaşları “Ürün”den ayrılıp “Savaş Yolu”nu çıkartmaya başladılar. Bunlar için ilkeli bir birlikten çok Mevlana gibi “Gel, ne olursan ol, yine gel” anlayışı belirleyiciydi. Onun için likidasyon batağından bit türlü çıkamıyorlardı. 

 XXI- Likidasyon, ilkesizlik ve yozlaşma: komünistleri birliği yanlış bir tezdir

 TİP ve diğer parti ve gruplarla birleşme yalnız partimizi likide etmekle kalmadı, hem diğer partileri likide etti hem de komünist kadrolarda, sol kadrolarda ilkesizliği ve yozlaşmayı getirdi. Yaşananlar her soydan ve boydan kendine komünist diyenlerle birliğin yanlış bir tez olduğunu gösterdi. Bu tezi savunanlar devrimi yapmanın, burjuva düzenini yıkmanın Marksçı-Leninci temellerde kurulan, demokratik merkeziyetçilik ilkelerine göre çalışan, disiplinli, birlik içinde hareket eden bir partiyle, komünist partisiyle değil, kendine sol, komünist, devrimci diyen herkesin katıldığı, hatta “en aykırı düşüncelerle de beraber olabilen” geniş tabanlı hareketlerin yaratacağı bir partiyle gerçekleştirebileceğini yaymaya başladılar. Yani “devrimci olabilmen için gömleğini değiştirmek yetmez, derini değiştireceksin” dendi. İlkesizlik erdemliğe yükseltildi. Bunların karıştırdığı veya karıştırmak istedikleri yığınlarda kök salmış Marksçı-Leninci bir komünist partisiyle, her boydan ve soydan en geniş güçlerle oluşturulacak cephe ve eylem birlikleridir. Partiyi en geniş güçlerin oluşturacağı cephe ye feda etmektir.

 Gorbaçov’la birlikte yaygınlaşan bu “yenilenme” yani burjuvalaşma, yani geniş tabanlı olma hareketi Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte tüm Avrupa’ya yayıldı. Yenilenemediysen “beton kafalı” oldun. Sonuç ortada. “En aykırı düşünceler”in beraber olduğu bir parti komünist partisi, devrime öncülük edecek parti olamayacağı görüldü. Bu partiler en sonunda burjuva düzeninin partileri oldular. Hem Avrupa’daki hem Türkiye’deki deneyler bunu göstermiştir ki, somut konularda en geniş tabanlı eylem birliklerinin, ittifakların oluşabilmesi ve işleyebilmesi, Marksçı-Leninci, çelik disiplinli, yığınlarla bağlı bir komünist partisinin varlığına bağlıdır. Böyle bir komünist partisi olmadan ittifaklar da işlemez. KP’ler ittifakların çekici gücü, motorudur. Güçlü komünist partisine sahip olmayan bir toplum kapitale teslimdir.

 XXII- SİP-TKP sıradan bir olay değildir, devlet müdahalesidir

 Sosyalist sistemin yıkılmasından sonra burjuvazi bazı ülkelerde işçi ve emekçiler özellikle de gençler arasında hâlâ var olan komünist, Marksist-Leninist akımları kontrol altına alabilmek, onları burjuva düzenine entegre edebilmek için devlete bağlı komünist partileri kurdurttu. Bunlardan bir tanesi de bizim ülkemizdeki SİP-TKP’dir. 2001 senesinde ortaya çıkan bu parti 1920’de Mustafa Kemal’in kurdurduğu komünist partisinin bir benzeriydi. İşlevleri aynıydı. Egemen güçlerin onların partinin ismini çalmasına müsaade etmelerinin nedeni sol, devrimci gençlerin ve emekçi yığınların partiye yönelmesini engellemek, onları egemen burjuva ideolojisinin, Kemalizm’in peşine, kuyruğuna takmaktı.

 SİP-TKP’nin kuruluşu sıradan bir olay değildir, Bu parti bir devlet partisidir. Cumhuriyet Başsavcısı “TKP” isimli bu partinin kapatılması için dava açmayacağını belirtirken, kendi partileri SİP’in ismini TKP olarak değiştirenler için “bunlar iyi çocuktur, eski TKP ile ilişkileri yoktur” demesi boşuna değildir. TKP ismi Mustafa Suphilerin ismidir. TKP ismi Nazım Hikmet ve Bilenlerin ismidir. Partimizin şanlı ismini bu küçük burjuva Kemalistlerinin ve emperyalizm kuyrukçularının elinden kurtarmak her komünistin, her proleterin görevidir.

 XXIII- Partiyi Marksçı-Leninci temelde ayağa kaldırma girişimi

 SİP-TKP’nin kurulması ve yaşanan gelişmeler açık olarak TKP-TİP birleşme sürecinin başarısızlıkla bittiğini gösteriyordu. Artık bu gelişme karşısında “ben hâlâ TKP’liyim” diyenlerin harekete geçmesi gerekiyordu. Bunun için son 10 yılda yaşanan birlik sürecinden ders çıkarmak, TİP’le birleşmenin yanlış olduğunu görmek, TİP’le yalnız reformist değil devrimci bir birleşmenin de olmaması gerektiğini anlamak, likidasyon bataklığından çıkmak, ilkesizliğe ve yozlaşmaya son vermek gerekiyordu. Kalkınma ancak Marksçı-Leninci ilkelerde, partinin savaş geleneği, strateji ve taktiği, legal ve illegal savaş deneyleri temelinde olabilirdi. Partiyi ayağa kaldırmaya çalışanlar arasında Şiko ve Yelkenci de vardı.  

2001 yılında SİP-TKP’nin kurulmasından sonra Şiko ve Yelkenci harekete geçtiler. Bir arayış içinde olan değişik gruplarla ilişki kurdular. Onların görüşlerini sordular, kendi görüşlerini onlara anlattılar. Ama bu görüşmelerin tecrübeleri gösteriyordu ki, eski partililerle yol almak, partiyi ayağa kaldırmak çok zordu. Likidasyon onları büyük ölçüde çürütmüştü. Likidasyon legalizmi mutlaklaştırmayı getirmiş, illegal çalışmanın gereksizliğini yaygınlaştırmıştı. Bu ise Türkiye koşullarında devletin ceberrutluğuna, terörüne gözleri kapalı teslim olmak demekti.

 Tüm bu görüşülen grupların çıkışlarında ortak bazı tutumlar vardı. Bunlar Nabi’ye karşıydılar, ama birlik sürecine karşı değillerdi. Onlar da kendine komünist diyen “herkesin” katıldığı bir kongre toplansın, bir MK, bir PB seçilsin, parti kurulsun diyorlardı. Ama komünist partisi ise böyle kurulmaz ve ayağa kaldırılamazdı. Onlar bu yolun Nabi’nin birlik ve yenilenme yolundan bir farkı olmadığını görmek istemiyorlardı. Onların birçoğunun amacı MK veya PB üyesi olup kendilerine otorite ve kariyer sağlamak, egolarını tatmin etmekti. Burada Leninci yeni tür parti anlayışı, Marksizm-Leninizm ise hiç yoktu. Konferans veya kongresinin partinin belli bir örgütlülük düzeyine ulaştıktan sonra toplanabileceğini, Konya Konferansı’nın da böyle gerçekleştiğini görmek ve anlamak istemiyorlardı. Önce partinin temel hücre ve komitelerini kurup sonra konferans toplamak onlar için beklenemeyecek uzak bir yoldu. Şimdi bu uzak yolda yürüyecek TKP’lileri aramak ve bulmak gerekiyordu.  

 XXIV. Partiyi ayağa kaldırmanın ilkeleri

 Şiko ve Yelkenci yoldaşlar birlik adına bir birlik olsun, kendine komünist diyen herkesin her telden çaldığı, ama ismi TKP olan bir parti kurulsun diye hareket etmiyorlardı. Onlar belli ilkeler koyuyorlardı. Bu ilkeler etrafında toplanan, ideolojide, politikada, eylemde bir yumruk olan Leninci yeni türden bir partiyi, Suphilerin, Nazımların, Bilenlerin TKP’sini yaratmak istiyorlardı. Bu parti dünyada, bölgede ve Türkiye’de gelişmeleri değerlendiren, politikalar üreten, isçi sınıfının ve halklarımızın mücadelesinin içinde yer alan bir parti olmalıydı.

 Böyle bir partinin oluşturulmasında dayanılacak olan ilke ve anlayışların başlıcaları onlara göre şunlardı:

  1. Komünist partileri hâlâ Marksizm-Leninizm ilkelerini temel alan, demokratik-merkeziyetçilik esasına göre çalışan Leninci yeni tür bir partilerdir. Leninci parti içinde bulunduğumuz emperyalist dönemin gereğidir.
  2. Bu parti Marks, Engels, Lenin’in ve Stalin dönemi de dâhil dünya işçi ve komünist hareketi ve Sovyet Birliği’nin deneyinden yararlanan, proletarya diktatörlüğünü, proleter enternasyonalizmini savunan partidir.
  3. Sovyetler Birliği’nin ve reel sosyalizmin çöküşünden sorumlu olan dünya görüşümüz, ideolojimiz Marksizm-Leninizm değildir, Marksizmi-Leninizmi revize etmeye, onu reformist ve oportunist bir anlayışla uygulamaya kalkan yöneticilerdir. Marksizm-Leninizm toplumsal yaşam ve mücadele içinde geliştirilmesi gereken canlı bir teori ve bilimdir. Proletarya diktatörlüğü bürokratik değil, demokratik anlayış gerektiren kapitalizmden sosyalizme giden uzun bir geçiş sürecidir. Bu parti bu anlayışlara sahip olanların partisidir.
  4. Bu parti Türkiye özelinde Kemalizmle ve Kemalist devletle, Kemalisti, liberali, İslamcısıyla genel olarak her türden burjuva iktidarı ve devletiyle bağını koparan, ekonomik, politik, ideolojik yanıyla egemen burjuvaziye karşı sınıf savaşımını esas alan komünistlerin partisidir.
  5. Türkiye’yi ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün gören Kemalist ideolojiyi, tek millet, tek devlet, tek vatan, tek dil, tek din anlayışını aşamayanların bu partide yeri yoktur. Bu parti Türkiye’yi çok uluslu, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü bir ülke olduğunu görenlerin, ülkenin bu gerçeğini inkâr edenlere karşı çıkanların, geçmişte işlenen Ermeni soykırımını, Süryani, Keldani, Ezidi, Pontus Rum katliamlarını lanetleyenlerin, Türkiye’nin tarihiyle yüzleşmesini savunanların, Türkiye’nin yalnız Türklerin değil, Türkiye’de yaşayan tüm halkların ülkesi diyenlerin partisidir. 
  6. Bu parti günümüzde baskı altındaki Kürt halkının Türk devletine karşı direnişini, ayaklanmasını haklı bulan, destekleyen, onun ayrılma dâhil kendi kaderini özgürce belirleme hakkını kayıtsız şartsız savunanların partisidir. Bu parti Türk devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü inkâr ve imha politikasına, Kürt Özgürlük Hareketine, onun örgütleri PKK ve KCK’ya karşı yürüttüğü kirli savaşa karşı çıkan, HDP ve onların haklı savaşımını destekleyen Türk aydın ve devrimcilerine karşı yürütülen faşist, barbar saldırılara karşı çıkanların, Kürt sorununun demokratik yollardan barışçıl çözümünü savunanların partisidir.
  7. Bu parti sınıf mücadelesinde demokratik ve sosyalist devrimlerini aşamalı bir bütün olarak anlayan, günümüzde sınıf savaşının önünde duran ilk görevin demokrasiyi kazanmak olduğunu gören, Kürt ve ulusal sorun çözülmeden demokrasinin kazanılamayacağını kavrayanların partisidir. Kürt sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez, sosyalizm yolunda sınıf savaşı gelişemez. Erdoğan’ı iktidarda tutan milliyetçilikten ve şovenizmden kurtulamaz.
  8. Bu partinin günümüzde strateji ve taktiğinin tüm ilerici, devrimci, demokratik güçlerin, işçi sınıfının ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlükler için, ekonomik yıkıma, pahalılığa, yoksulluğa karşı mücadelelerini, kadınların erkek egemenliğine, kadın cinayetlerine ve şiddete karşı savaşlarını, çevreye sahip çıkanların mücadelelerini yalnız Erdoğan’ın faşist tek adam rejimine karşı değil, Erdoğan’ın Ortadoğu’daki savaşına karşı, Kürt sorununun demokratik çözümü için yönlendirilmesi gerektiğini görenlerin partisidir. Erdoğan’ın yıkılması, güçler ayrılığına dayalı parlamenter sisteme geçilmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi için, yeterli değildir. Türkiye ancak Kürt sorununun barışçıl, demokratik yollardan çözümüyle demokratikleşir.
  9. Bu ilkeleri savunan parti her boydan ve soydan komünistlerin birliği ile oluşmaz, komünistlerin birliği yanlış bir tezdir. Çünkü Türkiye’de temelde hep iki tür komünist olmuş ve partide hep iki ideolojik ve politik çizgi savaşa gelmiştir. Bunlardan biri Mustafa Suphilerin Marksçı-Leninci devrimci çizgisi, diğeri Şefik Hüsnü’nün küçük burjuva Kemalist ve Menşevik çizgisi. Mustafa Suphi’nin yolunu ardıcıl savunanlar Nazım ve Bilen’dir, günümüzde Şiko ve Yelkenci’dir, onlarla birlikte olan komünistlerdir. Şefik Hüsnü’nün yolunda gidenler Mihri ve Kıvılcımlı ve onlarla birlikte olan kendilerine sözde komünist diyenlerdir, günümüzde de Nabi ve “Partizan” grubudur  TİP’le ve diğer sol parti ve gruplarla birleşme yanlış bir yoldu, likidasyon yoluydu, bir çeşit Şefik Hüsnü yoluydu. Gündemde duran komünistlerin birliği değil, ayrışmasıydı, doğru yolun, Suphilerin yolunun kavranması ve bu yolda partinin ayağa kaldırılmasıydı. Parti başka bir kurumdur, her türlü boydan ve soydan komünistlerle, solcu ve devrimcilerle, küçük burjuva demokratik güçlerle kurulacak eylem birlikleri, cephe ve ittifaklar başka bir kuruluşlardır. 
  10. Komünist partisi dünyada ve ülkemizde işçi sınıfının ve insanlığın kurtuluşu, barış, demokrasi ve sosyalizm için mücadele eden, işçi sınıfı ve emekçi yığınlarla bağlı, onların barışçıl ve barışçıl olmayan mücadele yollarını, legal ve illegal savaşlarını karşı karşıya koymayan, işçi sınıfının çelik disiplinine uyan Marksçı-Leninci kadroların, komünistlerin, devrimcilerin gönüllü birliğidir, Bu kadrolar yaratılmadan parti ayağa kaldırılamaz.

Bugün bu ilkeleri benimseyen partili yoldaşlar partiyi ayağa kaldırıp yeni bir atılım yapmak için işçi sınıfı ve emekçi yığınlar arasında çalışmaktalar, gençlik, kadın ve demokratik güçlerin, Kürt halkının özgürlük mücadelelerini desteklemekteler, Erdoğan’ın tek adam rejimine karşı tüm güçlerin demokratik ittifakını savunmaktadırlar.

 XXV- Fabrikalar kalelerimizdir! Nerede bir komünist varsa parti oradadır!

 Ülkemize, halklarımıza, işçi sınıfımıza karşı sorumluluğumuzu yerine getirmek, bizi bekleyen sorunların üstesinden gelebilmek için önce partimizi toparlayıp ayağa kaldırmamız gerekmektedir. Bu bilinçle çalışan yoldaşlar 30 yıldan fazla bir zamandır devam eden partimizin örgütsel yokluğuna son vermektedirler. Artık nerede gerçek bir komünist varsa TKP oradadır, vardır, yaşamakta ve savaşmaktadır. Onlar partiyi ayağa kaldıracak, yeni bir atılımı başlatacak olanlardır.

 Partimizi ayağa kaldırma, yeni bir atılımı gerçekleştirme mücadelesi devam ediyor. Bu mücadele aynı zamanda TKP tarih oldu, miadını doldurdu, dönem yeni sol parti dönemi diyen likidatörlere, revizyonistlere, oportünistlere karşı verilen bir mücadeledir. Bu mücadele “işçi sınıfı yoktur, onun tarihi misyonu iflas etmiştir, sosyalizm için değil „bir başka dünya” için savaşmak gerekir” diyenlere karşı verilen bir mücadeledir. Kapitalizmde sömürü ve baskıdan başka bir dünya yoktur. Kapitalizmin sonu ya barbarlık, ya sosyalizmdir. Bu mücadele kapitalizmden sonra sosyalizm diyenlerin mücadelesidir. Bunun için işçi sınıfı ve emekçi yığınları örgütleyenlerin mücadelesidir.

 Bu mücadele bugün Türkiye’de Türklerin ve Kürtlerin ve diğer Türkiye halklarının demokratik bir cumhuriyette ortak yaşamı için halklarımızın TKP’ye ihtiyacı vardır diyenlerin mücadelesidir. Bu mücadele 100 yıldan beri gelen Suphilerin, Nazımların, Bilenlerin savaşımını yaşatma mücadelesidir. Yaşasın TKP’miz!

Kavga sesleri geliyor

Köylerden ve şehirlerden

TKP’miz ilerliyor

Bugün esir yarın herşey, hey hey

TKP – 1920     www.tkp-online.com