24 Haziran 2018 seçimleri ve getirdikleri

24 Haziran 2018 seçimleri ve getirdikleri

 

 

24 Haziran 2018’de Erdoğan bir baskın seçimi yaptı. 2019’da yapılacak olan başkanlık ve milletvekilleri seçimini öne aldı. Onu bu adıma zorlayan özellikle ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve politik durumdu: Dolar 5 Liraya yaklaştı, dışardan eskisi gibi sıcak para ve yabancı yatırımcı gelmiyor, tersine kaçıyor. Afrin ve Kandil’de Kürtlere karşı yürütülen savaş halkın sırtına büyük bir ekonomik yük bindiriyor. Her şey ateş pahasına. Patates ve soğanın kilosu bir an 6 TL’ye fırladı. Benzin ve mazotun yanına yaklaşılmıyor. Bu yıl sonuna kadar ödenmesi gereken dış borç 185,9 Milyar Dolar. Şu ana kadar gerçekleşen cari açık 57 Milyar Dolar. Türkiye’nin bu borçları ödeyecek ne kaynağı, ne de gücü var. Önünde IMF’ye, Dünya Bankasına, AB’ye ve ABD’ye teslim olmaktan başka çare yok. IMF’nin reçeteleri ise, 80’li, 90’lı yıllarda yaşadık, çok acı. ABD’nin ve AB’nin ise “yardım” için şartları çok ağır. Onlar Türkiye’yi teslim almak, Ortadoğu’da istedikleri gibi kullanmak, bölgede daha büyük bir savaşın içine çekmek istiyorlar. Koşul üstüne koşul dayatıyorlar. Halkta ise bu emperyalist planlara karşı büyük bir tepki var. Bu durumda Erdoğan AKP tabanının eridiğini ve kendisine karşı tepkilerin büyüdüğünü gördü. 2019’u beklemek büyük sorunlara yol açabilirdi. Çareyi erken seçimde buldu. Muhalefeti hazırlıksız yaklamak için kısa zamanda seçim kararı aldı. Bunun için de, halkın dini duygularını daha çok sömürmek amacıyla, Ramazan ayını seçti.

 

Hazırlık süresinin kısa olması bir yana, bu seçimler Cumhuriyet tarihinin belki en antidemokratik, en gayrimeşru, en baskıcı, en ince hile hesaplarının yapıldığı seçimdi. Her şeyden evvel seçimler özgürlüklerin, demokrasinin rafa kaldırıldığı, poliste, yargıda keyfiliğin had safhasına ulaştığı, her şeyin tek adamın, Erdoğan’ın iki dudağının arasında olduğu OHAL koşullarında yapıldı. Toplumda milliyetciliği, şovenizmi körüklemek için Kürtlere karşı savaşı hızlandırdı, Kandil’e özel operasyonlar düzeledi, Afrin’de, Münbiç’te saldırıları artırdı. Polis, jandarma, özel harekat gibi devletin resmi güçlerinin estirdiği baskı ve terör yetmiyormuş gibi, Osmanlı Ocakları, Ülkücüler gibi eli silahlı faşistler, AKP’nin Halk Özel Harekat gibi silahlandırılmış, bindirilmiş kıtaları halk üzerinde terör estirdiler, halkı sindirmeye çalıştılar. Özellikle Kürdistan’da halk üzerindeki bu baskı çok daha büyüktü. Kürdistan’da sandıklar tanklarla korunan “güvenli” yerlere taşındı. Halk oy verebilmek için kilometrelerce yol kat etmek zorunda kaldı. Yol boyunca insanlar defalarca arandılar, aşağılandılar, tehdit edildiler, HDP ve seçim kampanyasına 100’den fazla saldırı oldu, seçimlere kan bulaştı. ama sökmedi. Onlar oylarını Demirtaş ve HDP’ye vermeyi başardılar.

 

Erdoğan’a seçimi kazanmak için her yol mübahtı. Seçimler adil değildi, seçime katılan partilerin koşulları eşit değildi. Erdoğan devletin olanaklarını, hazineyi tepe tepe kullandı. Valiler, kaymakamlar, yüksek ve sıradan yargıçlar, generaller, memurlar, muhtarlar, bilumum devlet aparatı birer AKP’li, Erdoğan’ın birer neferi, organı gibi seferber oldular. Oyların Erdoğan ve AKP’ye gitmesi için baskı uyguladılar. Erdoğan’ın mitingleri halktan toplanan vergilerle, devletin parasıyla düzenlendi. O, yasalara aykırı olarak her yere devletin uçağı ve araçlarıyla gitti. Devletin televizyon ve radyosunu, TRT’yi kendi çiftliği gibi kullandı. Muhalefeti göstermelik olarak “bir kez” çıkarttı, saatlerce kendi yayınını yaptırttı. Havuz medyası dışındaki televizyon kanallarını ya satın aldırttı, ya da etkisi altına aldı. Muhalefetin konuşmasını kısıtladı. Kendi miting ve toplantılarını saatlerce tüm kanallardan yayınlattı. Bazı muhalafet partilerinin miting ve eylemlerine fiilen yasak konmuş gibiydi, bazan izin verilmedi, bazan yer verilmedi, bazan da televizyonlarda yayınlanması men edildi. Bu baskılar özellikle HDP’ye uygulandı. Kasten hapiste tutulan cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, seçim kampanyasını hapishaneden “yürütmek” zorunda kaldı. Miting yaptırılmadı, açıklama yaptırılmadı, zor koşullarda hapishane duvarlarını aşan açıklamaları yayınlanmadı. Ama halk onun yerine mitingler düzenledi, onun seçimlere aktif katılımını sağladı. Bir oy Demirtaş’a, bir oy HDP’ye kampanyası tuttu. Geniş yığınlarda, CHP’ye varıncaya kadar geniş bir liberal Türk burjuva demokratik kesiminde, Erdoğan’ı yenmek için Kürtlerle, HDP ile ittikaf yapmak anlayışı güçlendi. Bu en azından genişce bir milliyetci Türk burjuva kesiminde Kürtlere, HDP’ye karşı yaklaşımın değişmeye başladığını gösteriyordu. Özellikle Mecliste AKP’yi yenmek, azınlığa düşürmek için HDP’nin barajı aşması, gerekirse HDP’nin desteklenmesinin zorunluğu, milletvekili seçimlerinde oyların HDP’ye verilmesi gerekliliği idrak edilmeye başlandı. Bu seçim kampanasının ortaya çıkardığı ilerisi için, demokrasi mücadelesi için en büyük kazanımlardan biridir. Seçim sonuçları da bunu doğruladı. Türk-Kürt seçmen dayanışmasıyla HDP barajı aştı, tüm baskılara, teröre rağmen % 11,7 gibi bir oy aldı. Bu demokratik güçler için büyük bir başarı, kazanımdı, AKP % 42 oyla mecliste azınlığa düştü, 7 Haziranda olduğu gibi bir kez daha yenildi.

 

Seçimlerin galibi başından belli idi. Erdoğan kazandırılacaktı. Her şey, kanunlar, sandıklar, sayımlar, seçim kurulları, Yüksek Seçim Kuralu, dijital bilgi sayar sistemleri, TV’ler ona göre ayarlanmıştı. Her türlü hile dahil, manüpülasyon, ideolojik, psikolonjik saldırı tamdı. Seçim sonuçları da bunu kanıtladı. Erdogan % 52,5’la kıl payı cumhurbaşkanlığı seçimini kazandı. O, tek adam olma, otoriter faşizan bir diktatörlüğü gerçekleştirmek için şimdi kollarını sıvayacak, işe koyulacaktır. Ama seçim kampanyası esnasında yığınlarda ortaya çıkan dinamizm, demokrasi ve özgürlüklere sahip çıkma tutarlılığı, tek adam rejimine, faşist bir diktatörlüğe karşı farklı politik grup ve partiler arasında kurulan ittifak ve özellikle HDP ve Kürtlere yaklaşım Erdoğan’ın istediği gibi bir diktatörlük kuranayacağını, istediği gibi at oynatamıyacağını ortaya koymuştur. HDP mitinglerindeki yığınsal katılımlar, CHP’li Ince’nin mitinglerine gelen milyonlarca Türk ve Kürt, işçi ve emekçi, köylü ve aydınlar, gençler ve kadınlar Türkiye’de demokrası ve özgürlükleri savunan yüyük bir gücün varlığını, ulusal baskıya, savaşa karşı güçlü bir barış isteminin olduğunu gösterdi. Kürt, Türk işçi ve emekçileri, köylüleri, aydın ve gençleri, kadınları arasında yükselen bu oluşum ve dayanışma Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı faşizan rejimin panzehiridir.

 

Ama unutulmamalı ki, 24 Haziran seçimleri Türkiye için bir dönüm noktasıdır. Kıl payı da olsa Erdoğan’ın seçimleri kazanmasıyla Türkiye’yi büyük bir tehlike beklemektedir. Türkiye’de rejim değişmektedir. Zaten zor işleyen burjuva parlamenter demokratik rejim yerine, faşizan, otoriter tek adam rejimi gelecektir. Erdoğan, bu rejimi kurmak için OHAL koşullarında KHK’larla yaptığını şimdi aleni bir şekilde yapacaktır. Erdoğan şimdi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dediği otoriter, faşizan tek adam regimini oturturken Türkiye’yi tüm kurum ve kuruluşlarıyla, toplumsal anlayış ve zihniyetiyle değiştirmeye çalışacaktır. Islan-Türk sentezi üzerinde milliyetci şovenist, köterndinci, hoşgörüsüz faşizan bir islam cumhuriyeti kurma yolunda adımlar atacaktır. Çoğu kişi bu rejimde insan hak ve özgürlüklerinin, demokrasinin rafa kaldırılacağını, devlet ve sokak baskı ve terörünün artacağını, Kürtlere karşı savaşın kızışacağını, inkar ve imha politikasının, asimilasyonun devam edeceğini, Türkiye’nin bölgede ve dünyada izole olacağını, ekonomik olarak ülkenin bir yıkıma uğrayacağını görüyor, ama ideolojik-kültürel alanda, yaşam tarzlarında gelecek alt-üst oluşu daha tam farkedemiyor. Daha çok Hanefi-Maturidi, Alevi-Bektaşi temeliondeki akla ve mukayeseye, hoşgörü ve saygıya, barışa dayalı Anadolu islam anlayış ve kültürü yerine itaat ve biata, takiyyeye, şiddet ve cihada dayalı Selefist-Vahabist Arabistan islam ve kültürü ikame ettirilecektir. İŞİD bu selefist anlayışın bir yanıdır. Böyle bir anlayış Türkiye’ye de getirilecektir. Eğitim, yaşam tarzı ona göre değiştirilecektir. Araştıran, düşünen mucit nesiller yerine dindar ve kindar nesiller yetiştirilecektir. Türkiye bir Ortaçağ karanlığına itilecektir. Emperyalizme tam teslim olacaktır. Türkiye her an kendisini Ortadağu’da emperyalizmin yeni savaş planlarının içinde bulabilecek, bir an İsrail’in yanında Iran’a, Araplara ve Kürtlere karşı büyük bir savaşın eşiğine gelebilecektir. Türkiye yaşanamaz bir ülke haline getirilecektir.

 

Şimdi ne yapmalı sorunu önümüzde durmaktadır. Ne yapacağımız açıktır. Erdoğan’ın “yükselişini” durdurmanın tek yolu yığınları harekete geçirmektir. Seçim kampanyaları sırasında, üste, parti yönetimleri arasında değil, altta, yığınlar arasında oluşan birliktelik, işbirliği, “ittifak”, Erdoğan’ı yeneceğiz ruhu geliştirilmeli, özellikle Kürtlerle Türkler arasında oluşan dostluk ve dayanışma örgütlü bir güce dönüştürülmelidir. Erdoğan’a, onun oluşturmak istediği yeni faşizan rejimine ve uygulamalarına karşı eylemler sürekli hale getirilmelidir. Seçim kampanyası sırasında oluşan böylesi bir birliğin sürekliliğe dönüşmesinden korkan Erdoğan ve çevresindeki apolegetler daha şimdiden bu birliğe saldırıya geçtiler. HDP’ye verilen oyların, Kürtlerle kurulan ittifakın sırf seçimle sınırlı olduğunu, amacının HDP’nin barajı geçmesini sağlamak, Erdoğan’a karşı parlamento aritmetiğinin değişmesi olduğun belirtmekteler, seçim bittiğine ve HDP’nin de barajı geçtiğine göre bu ittifağa da gerek kalmadığını yaymaktadırlar. Aksi takdirde Kürtlerin “bölücü” hareketi desteklenmiş olacaktır. Onlar bu ittifağın derinleşmesinden korkmaktalar, bunu önlemek için her türlü yalan, iftira, sindirme ve yıldırma kampanyalarına geçmektedirler. Bizim de inadına bu birliği kalıcılaştırmak, Erdogan’a karşı sürekli örgütlü bir eylemliliğine dönüştürmek için hemen harekete geçmeliyiz. Erdoğan’a karşı olan tüm güçlerle antifaşıst, demokratik cepheler kurmalıyız, eylem birlikleri oluşturmalıyız.

 

Bu seçimlerden çıkarılacak çok dersler, sorulacak çok sorular vardır. Bir çok ilerici, devrimci, solcu muhalefet cephesinin düzenlediği mitinglere, gelen kalabalığa, yaşanan canlılığa bakarak seçimlerin kazanılacağı, Erdoğan’ın defterinin dürüleceği kanısına kapıldılar. Şartlar da ilk kez böylesine elverişli gözüküyordu. Ekonomik durum çok kötüydü, Erdoğan’a içte ve dışta büyüyen bir tepki vardı. Uluslararası alanda tam izole olmuştu. Yığınlarda da yüksek bir değişim isteminin var olduğu gözlemleniyordu. Buna rağmen Erdoğan seçimi kazandı. Halkın % 50’den biraz fazlası yine Erdoğan’ı tercih etti. Bu nasıl olur diye sorular yükselmekte, bazıları hayal kırıklığına uğramakta, bazıları da “bu halk adam olmaz” deyip halka saldırmaktadır. Bu sonuçta şüphesiz hile vardır, manüpülasyonun, baskının, şiddetin, medyanın, savaşın, milliyetciliğin ve dinin etkisi büyüktür. Ama seçim sonuçlarını sırf bunlarla izah etmek doğru olmaz. Bizim daha sağlıklı bir analiz yapmamız gerekir. Hele yılgınlığa kapılmak, “bu halk buna layıktır” gibi ucuz tavırlardan uzak durmak gerekir.

 

Her şeydan evvel şu bilinmeli ki, halk tercihini yaparken çok ince hesaplar yapar, ama genellikle uzun değil kısa erimli çıkarlarına göre karar verir. Çocuğuna bir iş bulmaktan imar affına, şehrine yapılacak yol, hastahane, okul, “kanal” gibi yatırımlar onun tercihinde büyük rol oynar. Bugüne kadar bu konularda Erdoğan halkın ağzına bir parmak bal çalmayı başardı. Dünyada bol olan ve Türkiye’ye de gelen sıcak para onun işini kolaylaştırtdı. Sanki Erdoğan para buluyormuş oldu. Zira bu ülkenin “70 cente muhtaç” olduğu yıllar çoktur. Erdoğan bu paraları betona, rezidanslara gömdü, ülke kalkınmasına, bilim ve teknelojiye yatırmadı. İnşaat sektörü ise en kolay para aşırma, zengin olma alanıdır. Erdoğan ve çevresi zengin oldu, ekonomide göreceli bir canlılık yaşandı, ama ülke kalkınmadı. Şimdi ise Erdoğan para bulmakta zorlanıyor. Ama muhalefet de ülkenin nasıl kalkınacağı, halkın refah seviyesinin nasıl yükseltileceği, iş ve aşın nasıl yaratılacağı, mali kaynağın nereden sağlanacağı konusunda bir plan ve program geliştiremedi, halka sunamadı. Sırf Erdoğan’ın sarayın, israf ve savurganlığını, vurgun ve talanını eleştirerek, enflasyon ve pahalılıktan dem vurarak halktan oy alınmaz, halk da oy vermez. Halka Türkiye’nin kalkınması ve gelişmesi için çok fedakarlıklar yapılması, kemerlerin çok sıkılması gerektiği anlatılmalı ve ikna edilmelidir. Geçmişte sol güçlerin kalkınma projesi Sovyet yardımına dayanırdı. Bunun inandırıcılığı çok yüksekti. Zira Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında halk Sovyet yardımını somut görmüş ve yaşamıştı. Şimdi Sovyetler yok. Kolay kalkınma planı da yok. İşin zorluğu burdadır. Kalkınmanın ülkenin zenginlikleri ve halkımızın çalışkanlığıyla, kemer sıkarak mümkün olacağı gösterilmelidir, kendi öz kaynaklarımıza dönmenin zorunluluğu, bunun için toplumda köklü bir zihniyet değişikliğinin gerekliliği, kendi yağıyla kavrulmadan kalkınmanın olamıyacağını halka anlatılmalıdır. Türk halkının büyücek bir kesiminde varolan, yüzyılların getirdiği yağma, talan, rant, toprak ve bina vurgunu zihniyetinden kurtulup çalışan, üreten, yaratan bir anlayışa sahip olmasını sağlamak gerekiyor. Bu kolay olan bir iş değildir. Bu ise işçi, köylü, emekçi yığınlar ve halk arasında uzun erimli örgütlenmeyi ve çalışmayı gerektiriyor. Bu da kendine solcu demokrat, devrimci, sosyalist, komünist diyen her kişi ve akımın önünde duran bir görevdir.

 

Türkiye’de seçimlere giderken bilinmesi gereken bir konu da, Türkiye’de halkın % 65’e varan büyük çoğunluğunun genellikle sağ, muhafazakar, tutucu, güçlü feodal bağlara, dinsel inançlara sahip olduğu gerçeğidir. Halk arasında, özellikle Anadolu’da, hatta işçi ve emekçiler arasında sağcılar, milliyetçi şoven güçler, faşistler, köktendinçiler, tarikatlar çok örgütlüdür. İstanbul, Ankara, Izmir gibi büyük şehirlerin dışında, Anadolu’da, Ülkü Ocaklerı’nın, Osmanlı Ocakları’nın, tarikatların örgütlü olmadığı tek bir kasaba yok gibidir. Bunun dışında AKP, MHP, SP, BBP başta olmak üzere tüm gerici partilerin gençlik ve kadın kolları bulunmaktadır. Bunlara son zamanlarda AKP’nin kurduğu örgütler, özellikle Halk Özel Harekatı eklenmelidir. Gericilik halk arasında boşluk bırakmıyor, örgütleniyor, halkı örgütlüyor. Halk politik-ideolojik olarak tam bir kuşatma altındadır. Bir yanda Kürtt halkının mücadelesi çarpıtılarak milliyetçilik ve şovenizm körükleniyor, diğer yandan da Anadolu İslamına karşı Arabistan İslamı işleniyor, koyu bir selefist anlayış yerleştiriliyor. Bunun için her mahalledeki camiler, imam-hatip okulları birer üst olarak kullanılıyor, müftüler, imamlar, öğretmenler birer mücahit olarak çalışıyorlar. Denebilir ki, Türkiye genelinde örgütsel, politik ve ideolojik, kültürel üstünlük sağın, milliyetçi, dinsel gerici güçlerin elindedir. Sağ güçlerin bu örgütsel, politik, ideolojik egemenliği, özellikle Anadolu’da  kırılmadan “sol”un seçim kazanması, hele hele devrim yapması mümkün değildir. Solun önce bu ideolojik, kültürel üstünlüğü elde etmek için örgütlü, planlı bir çalışmayı önüne koyması gerekmektedir. Bu ülkede 1977’de olduğu gibi solun idelojik-kültürel üstünlük elde ettiği yıllar da vardır.

 

Ama şu an sol, demokrat, devrimci, kendisine komünist diyen güçler ise böyle bir analyıştan çok uzaktır. Onların durumu içler acısıdır. Hatta kendisine sosyal demokrak diyen CHP’nin durumu daha da işler açısıdır. Tamamiyle yığınlardan kopuk elit bir parti konumundadır. Muharrem İnce ile birlikte bir rüzgar esti. Kenara çekilmiş, bu partiden bir iş çıkmaz diyen küskün büyücek bir kesim, bürokratlaşmış, burjuvalaşmış eski sözde solcular ayaklandılar, sokağa döküldüler, büyücek bir gençlik kitlesini hareketlendirdiler, milyonlar meydanlara çıktı. Bir değişim umudu yeşerdi. Ama meydanlar sandıkta oya dönüşmedi. Umulan değişim gelmedi, gelemezdi, çünkü örgütsel, kültürel-ideolojik üstünlük solda değil sağdaydı. Bire bir halkla ilişkisi olan sol değil sağdı. 1977’de ise tam bunun tersiydi. Buna rağmen sandıktan İnce’ye çıkan 15 milyon %31’e tekabül eden muhalif oyla, Demirtaş’ çıkan 5 milyon % 8,5’e tekabül eden örgütlü oy büyük bir başarıdır. Bu toplam 20 milyon oy Erdoğan’ın ve gericilerin gözüne diken gibi batmaktadır. Şimdi Ince’ye verilen 15 milyon oyla Demirtaş’a verilen 5 milyon oy arasında dayanışmayı örmek ve birlikte hareketi sağmak, bunu Erdoğan faşizmine karşı örgütlü bir güce dönüştürmek önde duran görevdir. Buda özellikle 15 milyon “örgütsüz” muhalifle tabanda ilişkiye geçmek, onlardaki değişim rüzgarını güçlendirmek, bunun örgütlenerek olacağını göstermek gerekmektedir. Seçim haritalarına bakıp, burjuva çevrelerinin birbiriyle uzlaşmaz üç Türkiye anlayışına karşı çıkılmalıdır. Batı kıyılarındaki laik Türkiye, Doğu ve Güneydoğudaki Kürt Türkiyesi, Akdeniz’den Karadeniz’e AKP Türkiyesi birbiriyle barışacak, eşitlik, özgürlük, özerklik içinde birlikte yaşayacağı, yeni birTürkiye yaratılacağı halkımıza anlatılmalıdır. Bunun için ezenlerin, sömürenlerin, halkları baskı altına alan, faşist rejimler kurmaya çalışanların karşısına hep ezilenlerin, sömürülenlerin, halkların birliğini savunan demokratik, özgür, özerk, barışcıl bir Türkiye anlayışıyla çıkmalız. Başta Kürt halkı olmak üzere halklar, inançlar, kadınlar, gençler, emekçiler baskı altında olduğu sürece Türkiye’nin demokratikleşemiyeceği halka anlatılmalıdır.

 

Kısa olan seçim kampanyası süresinde esen değişim rüzgarının etkili olamamasının önemli bir nedeni de, işçi sınıfının ve örgütlerinin, emekçilerin bu seçimlerde rolünün yok denecek kadar az olmasıdır. Bir seçim veya bir demokratik devrimci mücadelede sol ilerici güçler devrimci işçi sınıfına dayanmadan başarılı olamaz. Bugün ise işçi sınıfı diğer halk kitleleri gibi büyük ölçüde gericiliğin, milliyetciliğin etkisi altındadır. Yöneticileri ise reformist, oportunist, kemalist-devletçi, legalist konumlardadır. Örgütlülük, ideolojik düzeyi çok düşüktür. İşçi sınıfının içinde bulunduğu böylesi koşullarda hem seçimlerde, hem ekmek ve demokrasi mücadelesinde kazanan hep gericilik olur. Devrimci bir işçi sınıfı, onun politik ve sendikal örgütleri yaratılmadan, ondan güç alan köylü, kençlik, kadın örgütleri kurulmadan, yığınlar içinde çalışmaya geçmeden toplumda gericiliğin, milliyetciliğin etkisi kırılıp ideolojik-kültürel üstünlük de sağlanmadan seçimlerde de başarı elde edilemez, devrimci dönüşümler ise hiç gerçekleştirilemez. İşçi sınıfının devrimci örgütlülük ve ideolojik düzeyinin yüksek olduğu dönemlerde ise kazanan hep halk ve demokratik güçleri olmuştur. Gerici güçler, sürekli tekelciliğe yükselen burjuvazi bunu bildiği için işçi sınıfına, partimiz TKP’ye ve devrimci güçlere sürekli saldırmıştır. Cumhuriyet tarihi bu iki gücün mücadele tarihidir. Daha kuruluşunda Ekim Devrimi ve TKP’nin etkiysle Anadolu’da yükselen Sovyet tipi halk demokrasisi hareketini kırmak için kemalist burjuvazi Mustafa Suphileri Karadiniz’de boğdurdu. İkinci Dünya Savaşı esnasında ve sonunda komünistlerin çalışmasıyla yaratılan demokrasi rüzgarını 1951-52 Tevkifatıyla kırdırttı. 60’lı yıllarda TKP’nin yeniden canlanmaya başlaması, TIP’in ve DISK’in kurulmasıyla işçi sınıfının devrimci mücadelsinin yükselmesi, devrimci gençliğin işçi sınıfı ile birlikte hareketi sonunda yükselen demokrasiyi boğmak için Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını astı, Sinan Cemgilleri Nurhak Dağlarında, Mahir Cayanları Kızılderede imha etti. Ama işçi sınıfı devrimci örgütlülük ve mücadeleden vazgeçmedi. 70’li yıllarda TKP işçi sınıfının Marksist-Leninist temelde devrimci örgütlülüğünün, ideolojik düzeyinin yükselmasine büyük katkıda bulundu. Gençlik, kadın, köylü, öğretmen, aydın örgütleri yolumuz işçi sınıfının yoludur şiarıyla kendi yığınlarını, haklkı örgütlemeye başladılar. Hatta polis ve ordu içinde de Pol-Der, Yurtsever Subaylar gibi “ileri demokrasi”nin kazanılmasını işçi sınıfıyla birlikte harekette gören oluşumlar meydana geldi. Solun toplumda boş bıraktığı bir alan yoktu. İşçi sınıfının, sol ve demokratik güçlerin devrimci örgütlülüğü burjuvazinin, gerici, milliyetci güçlerin örgütlülüğü kadar güçlüydü. Toplumda ideolojik-kültürel egemenlik büyük ölçüde sol ve demokratik güçlerin elindeydi. Bu koşullarda yapılan 1977 seçimlerinde Ecevit’e verilen % 41,5 oy işçi sınıfının, devrimci demokratik güçlerin, demokrasi ve ekonomik kalkınma özlemi çeken halkın oyu idi. 1977 seçimlerinden 2018 seçimleri için çıkarılacak ders, devrimci işçi sınıfı ve onun yolunda giden gençlik, kadın, köylü, aydın örgütleri olmadan, ideolojik-kültürel üstünlük sağlanmadan halkın demokratik özlemi, değişim rüzgarı sandığa yansımaz. 24 Hziran 2018 seçimlerinde yaşanan budur. Şimdi önde duran görev partimiz TKP’yi işçi yığınları arasında örgütlemek, işçi sınıfı örgütlerini reformist ve oportunistlerden arındırmak, yolumuz işçi sınıfının yoludur diyen yığın ve meslek örgütlerinin yaratılması için çalışmaktır. Ülkede esen demokrasi rüzgarını kalıcılaştırmaktır. Bu rüzgarı burjuvazinin durdurmasına izin vermemektir.

 

1977 seçimlerinde kazanılan büyük başarı burjuvaziyi korkuttu, İşçi sınıfındaki devrimci yükselişi kırmak gerekiyordu. 12 Eylül 1980 darbesi bu yükselişi kırmak için yapıldı. 1 Mayıslar kana bulandı. 12 Eylül sol ve demokratik güçlerin üstünden silindir gibi geçti. Türk kesiminde büyük bir yılgınlık ve dağınıklık yaşandı. Bugün işçi sınıfında ve örgütlerinde, sol ve demokratik güçlerde görülen yılgınlık, dağınıklık, milliyetçilik 12 Eylül darbesinden kalmadır. Kürtler ise 12 Eylül darbesininin etkisini kısa sürede atlattılar. Ulusal demokratik hakları için barışcıl yollar kapalı olduğuindan silahlı mücadeleye geçtiler, Kürt işçi, köylü ve emekçi yığınlarını kazandılar, PKK öncülüğünde güçlü bir Kürt Özgürlük Hareketi yarattılar. Kürt halkı silahlı mücadelenin yanı sıra legal partiler, gençlik ve kadın örgütlerini de hayata geçirdi. HDP, Kürtlerin ve Türklerin ortak örgütü oldu. Bugün Türkiye’nin demokratikleşmesinde önemli bir konuma geldi. 24 Haziran seçimleri bu gerçeği ortaya koydu. Türkiye’de şovenizmi kırıp ideolojik alanda üstünlük sağlayabilmek için seçimlerde yaşanan Kürt-Türk dayanışmasını geniş yığınlara yaymak gerekmektedir. Bu da önce işçi sınıfı ve köylülük arasında çalışmayı gerektirir. Sınıf mücadelesiyle Kürtlerin ulusal demokratik hakları için mücadele arasındaki diyalektik bağ sürekli işlenmelidir. Kürt halkı ezildiği sürece Türk halkının özgür olamıyacağı, Türkiye’nin demokratikleştirilemiyeceği, Erdoğan faşizminin geriletilemiyeceği işçi ve emekçi yığınlara gösterilmelidir. Erdoğan’ın tam seçim öncesi Kandil’e, Münbiç’e operasyonlar düzenlemesi, şovenizmi körüklemesi bir oy hesabıydı. Erdoğan’ın bütün hesaplarını boşa çıkartmanın yolu Kürtler Türkler arasındaki dayanışmayı güçlendirmek, işçi ve emekçi yığınlarını bu dayanışmanın çekici gücü yapmaktır. Günümüzde işçi enternasyonalizmi ulusal ve demokratik hakları için savaşan Kürt halkıyla dayanışma demektir. Türkiye bu enternasyonal dayanışma mücadelesiyle demokratikleşecek, sınıf mücadelesi güçlenecek, her türlü baskı ve sömürüden kurtuluşun yolu açılacaktır.

 

24 Haziranda meclise milletvekilleri de seçildi. Ama bu seçimle meclis meclislikten çıkarıldı. Elindeki hemen hemen bütün yetkiler alındı. Hükümeti seçme, denetleme, hesap sorma, geven oyu verme, bakanlar hakkında gensoru açma gibi hakları gaspedildi, kanun yapma yetkileri kısıtlandı. Göstermelik bir parlamento oldu. Erdoğan faşizmine incir yaprağı rolü oynar duruma geldi. Buna rağmen Parlamento Erdoğan’ın faşizan girişimlerine karşı kullanılabilinir, ona karşı bir muhalefet ocağı haline getirilebilinir. Zira parlamentoda HDP 3. parti, küçümsenmiyecek bir gücü var. CHP ve AKP’ye varıncıya kadar diğer partiler içinde milletvekillerinden Erdoğan rejimine karşı güçlü bir muhalefet yaratılabilinir. Zaman zaman meclisteki çalışmaları boykot etme de dahil ortak eylemler yapılabilir, Erdogan’ın maskesi indirilebilir, yığınlar etkilenebilir. Unutulmamalı ki, burjuva seçimleri ve parlamentosu sınıf mücadelesinde “sırf” bir araçtır. Bu araçları iyi kullanmak, genellikle de seçimleri boykot etme sekterliğine düşmemek gerekir. Seçimlere aktif katılınmalı ve seçimler yığınlara inmekte, onu aydınlatmakta ve örgütlemekte büyük bir olanaktır. Ne yenilgiler ne de başarılar mutlaklaştırılmalıdır. Elde edilen başarılara sevinilmeli, ama ışçi ve emekçilere yalnış umutlar verilmemelidir. Esas mücadelenin parlamento kulvarlarında değil, yığınlar içinde onlar kazanılarak verileceği unutulmamalıdır. Seçimlerde çok iyi bir mücadele verildi. Erdoğan’a karşı güçlü güç birlikleri, ittifaklar oluşturuldu. Şimdi bu birliği parlamento içinde ve dışında yeni oluşumlarla örmek, tabanda yığınları örgütlemek, Erdoğan’a karşı antifaşist cephler kurmak için değerlendirmek gerekiyor. Mücadele yeni başlıyor. Haydi iş başına!

 

TKP 1920                                          www.tkp-online.com