28 Kânunisani 1921’i unutma!

TKP – 1920 olarak Mustafa Suphilerin katledilişlerinin 102. yılı nedeniyle bir anma toplantısı yapıldı. Dünyada ve Türkiye’deki gelişmelerin, özellikle gelmekte olan seçimlerin tartışıldığı bu toplantıda Ercan Yiğit yoldaş bir konuşma yaptı:

Değerli yoldaşlar,

28 Kânunisani 15’lerin, TKP’nin Kurucusu ve önderi Mustafa Suphi, eşi Maria (Meryem) Suphi ve yoldaşlarının gelişmekte olan Türk burjuvazisinin önderi Mustafa Kemal tarafından Trabzon’daki İttihat ve Terakki artıklarına Karadeniz’de hunharca katlettirdiği gündür. Bugünü asla unutmamak gerek. Çünkü bugün sıradan bir katliam günü değildir. Bugün, bu katliam Türkiye tarihinde, Türkiye halklarının geleceğinin belirlenmesinde bir dönüm noktasıdır. Bugün demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti’nin Karadeniz’de boğulduğu gündür. Bugün Türk burjuvazisinin ve onun önderi Mustafa Kemal’in ülkeyi yağma ve talan etmek, halkları baskı ve zulüm altında tutmak, sömürmek ve sömürtmek için emperyalizm saflarında yer aldığı gündür. Gerçek bir ulusal bağımsızlığı, gerçek bir demokrasi ve özgürlüğü emperyalizme feda ettiği gündür. Bugün Türk, Kürt Anadolu halklarının kara bir günüdür.

Mustafa Kemal’in ikiyüzlülüğü

Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve yoldaşları 10 Eylül 1920’de Baku’da TKP’nin ilk kongresini yapıp TKP’yi kurduktan sonra Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Aralık 1920’de Ankara’ya gitmek için yanlarındaki alayla birlikte yola çıktılar. O günlerde ülkenin içinde bulunduğu koşullarda Sovyetlerden komünistlerin gelişi önemliydi. Çünkü o zamana kadar başta Mustafa Kemal olmak üzere Türk paşaların büyük bir çoğunluğu ülkenin kurtuluşunu, yeni bir başlangıcı ancak kuzeyde Çarı devirmiş olan Lenin’in önderliğindeki Sovyet Cumhuriyeti’nin yardım ve desteği ile mümkün olacağına kanaat getirmişti. Bu yardım ve desteğin sağlanmasında en önemli rolü oynayacak olan ise, Birinci Cihan Savaşı sırasında Rusya’ya esir düşen Osmanlı askerleri arasından bir alay kurup Büyük Ekim Devrimi’ne katılan Mustafa Suphi idi. Mustafa Suphi işçi ve köylülerin, emekçilerin hakkını ve iktidarını savunan bir komünistti. Mustafa Kemal ise milliyetçi, burjuvazinin çıkar ve iktidarını savunan bir paşa idi.

İkisinin de hedefleri ayrı ve birbirine zıttı. Ama emperyalist antant devletleri tarafından işgal edilmiş ülkenin içinde bulunduğu koşullar onların biraraya gelmesini, birlikte emperyalist güçlere karşı mücadele etmelerini zorunlu kılıyordu. Bu mücadele sonunda Ankara’da birlikte halkların çıkarlarını, ülkenin kalkınmasını, (burjuva) demokratik hak ve özgürlükleri öngören bir iktidar kurulabilirdi. Sovyetlerin de desteği ile Türkiye hızla kalkınabilir ve çağdaş medeniyete uluşabilirdi. Ama Mustafa Kemal’in iki yüzlülüğü nedeniyle maalesef olmadı. Mustafa Kemal İngiliz emperyalizmiyle birlikte hareket etmeyi tercih etti ve ülkeyi bugünlere kadar gelen demokrasi ve özgürlüklerden yoksun, fakirliğin ve geri kalmışlığın içine attı. Mustafa Suphileri Karadeniz’de katlettirerek İngiliz emperyalizminin desteği ile Ankara’daki iktidara tek başına kondu.

İngilizler Sevr yerine Londra’da yeni bir konferans topluyor

O güne kadar ne İstanbul’da ne de Anakara’daki paşalara yüz vermeyen İngiliz politikasında Mustafa Kemal’i desteklemeye zorlayan değişikliğin nedeni Kasım 1920’de Sovyet Kızıl Ordu’nun emperyalist destekli Beyaz Ordu’yu yenerek Kafkaslara dayanmasıydı. Artık Moskova’da geri “döndürülemeyecek” şekilde Sovyet iktidarı zafere ulaşmıştı. Kapitalizm, emperyalizm dünya egemenliğini kaybetmiş, dünyanın 1/6’ında işçi-köylü iktidarı, sosyalizm kurulmuş, kapitalizm ve sosyalizm diye iki kutuplu bir dünya meydana gelmişti.

Bu iki kutuplu dünyada Türkiye Sovyetlere karşı emperyalizm için hayati önemde bir ülke haline geliverdi. Sovyetlerin güneyinde Anadolu’da Sovyetlere karşı güçlü bir iktidara gerek vardı. Bu da ancak Ankara’da Mustafa Kemal önderliğinde, emperyalist blok içinde Sovyetlere karşı tampon bir devlet kurulmasıyla mümkündü. İngilizler hemen Sevr’den vazgeçtiler ve Sevr’i yeniden görüşmek üzere 21 Şubat 1921’de Londra’da İstanbul ve Ankara hükümetlerinin katılımıyla bir Konferans düzenledi.

28 Kânunisani: Demokrasi ve özgürlük umutları Karadeniz’e gömülüyor

Mustafa Kemal bu konferansa giderken İngilizlere artık Sovyetlerle değil İngilizlerle birlikte olduğunu ispat etmesi gerekiyordu. Bunun içinde Anadolu’da yeşeren Sovyet yanlısı, Bolşevik hayranı akımların boğulması, yok edilmesi şarttı. Mustafa Kemal kolları sıvadı. Aralık 1920 sonunda ve Ocak 1921 başında harekete geçti. Sovyet yanlısı hareketleri yok etmeye başladı. Önce “Yeşil Ordu”yu dağıttı, sonra Çerkez Ethem’in üstüne yürüdü. Bu görevi İsmet Paşa’ya verdi. İsmet Paşa İnönü kasabasında Çerkez Ethem’i yendi. (İnönü soyadı da buradan gelir). Silahlı güçleri dağıttıktan sonra Mustafa Kemal politik güçlerin üstüne yürüdü. Önce Halk İştirakiyum Fırkası’nı kapattı, başta Salih Hacıoğlu ve Meclisteki vekilleri olmak üzere yöneticilerini tutuklattı, ağır kürek cezalarına çarptırttı. Şimdi de sıra Kars’ta bu gelişmelerden habersiz Ankara’ya gitmek üzere bekleyen Kazım Karabekir’in “misafiri” olan Mustafa Suphi ve yoldaşlarına gelmişti. Mustafa Kemal Suphilerin katlini Kazım Karabekir’e, Kazım Karabekir de Erzurum Valisi Hamid’e, o da Trabzon’da İttihat kalıntısı Yahya Kâhya’ya havale etmişti. Kayıkçılar kahyası Yahya’da Suphileri bir motora, arkasından ikinci motora adamlarını bindirdi. Yeni doğmakta olan Türkiye’nin ve halklarının demokrasi, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, kalkınma, yokluk ve sefaletten kurtulma umudu Karadeniz’in karanlık sularına gömüldü. Artık Mustafa Kemal de komünistleri, yani demokrasi ve özgürlüğü, eşitliği ve kardeşliği yok etme rüştünü ispat etmiş olarak Londra’ya bir heyet gönderebilirdi. Gerisi belli. Türkiye’nin bugünkü halleri.

İşte bu nedenle Nazım Hikmet 15’lerle ilgili yazdığı bir şiirinde “yoldaş” der,

“bunların sen

İsimlerini aklında tutma

Fakat

28 Kânunisaniyi unutma!”

Evet, 28 Kânunisani 1921’de Suphilerin katlinden sonra ne Ulusal Kurtuluş Savaşı, ne de Mustafa Kemal antiemperyalisttir. Türkiye emperyalizm safında Sovyetlere karşı tampon bir ülkedir. Bir tampon ülke olarak Sovyetlerle de iyi geçinmesi, Sovyetlerin de Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri geliştirmesi gerekir. Bu politika değişen uluslararası koşullara intibak ederek bu günlere kadar gelir. Şüphesiz ayrılan ve benzeyen yanlar vardır. Ama bunların çok iyi ayırt edilmesi gerekir. 

İstanbul, Ankara, Bakü: Kurtuluş için üç proje

1920’lerdeki Türkiye ile bugünkü 2020’lerin Türkiye’si arasında 100 yıl geçmiş olsa da farklılıklardan çok benzerlikler vardır. 1920’lerde Türkiye’nin geleceği ile ilgili proje üreten üç merkez vardı: İstanbul, Ankara ve Bakü. İstanbul’da Padişah ve paşaları kurtuluşu Amerikan mandacılığında görüyorlardı. Ankara’daki yeni gelişen burjuvazi ve paşaları kurtuluşun Sovyet desteği ile kurulacak bir monarji veya cumhuriyetle mümkün olacağını söylüyorlardı. Bakü’de kurulan işçi, köylü ve emekçilerin partisi TKP ise kurtuluşu “hür milletlerin hür ittihadı” temelinde oluşacak federatif şuralar cumhuriyetinde olduğunu gösteriyordu.

Bugün de ülkede bundan çok farklı bir durum yoktur. Gerçi Sovyetler yıkılmış, dünya tekrar tek kutuplu kapitalist dünyaya dönüşmüş, işçi sınıfı ve emekçilerin konumu çok zayıflamış, onların partisi TKP likide edilmiş, yeniden ayağa kalkmaya çalışıyor. Ama bir görünüm hâlâ mevcut: İstanbul hâlâ Türkiye’nin kalbi, İstanbul’a hükmeden Türkiye’ye hükmeder. İstanbul’a egemen olanlar yıllar sonra NATO’larla, CENTO’larla, AB’lerle savundukları Amerikan mandacılığını ülkede egemen kılmışlardır. Ankara’daki hükümet Rusya ile ABD arasında yalpalamaktadır. Ülkenin durumu 1920’leri aratmamaktadır. Türkiye gerçek bir demokrasiden ve özgürlüklerden yoksun, yokluk ve sefaletle boğuşan hâlâ geri kalmış bir ülke konumundadır. Ülke bundan çıkış yolu aramaktadır.

Çıkış yolu ise 1920’de TKP kurucusu Mustafa Suphi’nin önerdiği yoldur: “Hür milletlerin hür ittihadı” temelinde özgür, eşit, barışçıl, federal demokratik şuralar cumhuriyetidir. Bugün bu cumhuriyeti savunan üçüncü merkez Kürt Özgürlük Hareketidir, Türk sol, demokratik, devrimci güçlerdir, Suphilerin izinde yürüyen komünistlerdir. Artık 1923’de Mustafa Kemal’ın kurduğu, Batı yanlısı ceberrut cumhuriyet miyadını doldurmuştur. Türkiye’nin ihtiyacı halkların eşıtliği, özgürlüğü, özerkliği üstünde yükselen demokratik cumhuriyettir. 100 yıl önce Mustafa Kemal tarafından boğulan bu talebi yükseltmek ve başarıya götürmek Türk, Kürt ve diğer halkların, isçi, köylü ve emekçilerinin, devrimci ve demokratlarının birliğinden geçmektedir. Bu birliği baltalamak için İslamcısı, ulusalcı Kemalist’ine kadar Türk egemen güçleri bir Türk, Kürt kutuplaşması, düşmanlığı yaratmaktadır. Bu düşmanlıkla Türkleri esir almakta, kendi iktidarlarını sürdürmektedirler.

Erdoğan’ı yenmek Suphi ruhunda bir TKP’yi gerektirmektedir

Bugün Türkiye’nin kalkınmasında, halkın göreceli bir refaha kavuşmasında, Kürtlere ve komşulara karşı savaşın ve gerginliğin sonlandırılmasında, Kürt sorunu dahil tüm sorunların çözülmesinde, demokratik bir cumhuriyetin yaratılmasında en büyük engel Erdoğan’ın kurmakta olduğu islamcı, faşizan tek adam rejimidir. Önde duran en acil görev Erdoğan’ın tek adam rejimine son vermek, yeni mücadeleler için bir nefes almaktır. Bunun için olanak önümüzdeki seçimlerdir, sandıktır. Sandıkta Erdoğan’ı devirmek ise tüm Erdoğan karşıtı güçlerin aralarındaki her türlü ayrılıklara rağmen bir birlik, geniş bir ittifak, Erdoğan karşıtı bir akım yaratmalarından geçmektedir.

Maalesef Erdoğan karşıtı güçler böylesi bir birliği, ittifakı, akımı yaratmaktan çok uzaktalar. Çünkü böyle bir ittifak veya akım çekirdeğinde devrimci bir gücü, Marksçı-Leninci bir komünist partisini, Suphici bir TKP’yi gerektirir. Suphici TKP olmadan dağınıklığı önlemek, ülkenin dört bir yanında yanan “çoban ateşlerini” birleştirmek, Erdoğan’a karşı yönlendirmek imkânsız gibidir. Erdoğan’ı iktidarda tutan böylesi bir gücün eksikliğidir. 1921’de Mustafa Kemal’in Mustafa Suphileri katlettirmesinin, komünist hareketi ezmesinin bir nedeni de Suphilerin, işçi, köylü ve emekçi halkı örgütleyerek ülkedeki değişim rüzgarını daha da güçlendirmesinden, antiemperyalist bir hareketin büyümesinden, demokrasi ve özgürlüklerin daha da derinleştirmesinden korkmasıydı. Burjuvazi her zaman komünist ve devrimci hareketin ezildiği bir gül bahçesinde yaşamak ister. Bunun için faşizmi, otoriter tek adam rejimlerini bile göze alır. 100 yıldır Türkiye’de yaşananlar budur. TKP yasağı hâlâ bunun için vardır. Darbeler bunun için yapılmaktadır. Devrimci gençler, Denizler, Çayanlar, Kaypakkayalar, Sinan Cemgiller bunun için katledildiler. Bunun için Kürt Özgürlük Hareketi üstüne bombalar yağdırılmaktadır. İşte 28 Kânunisaniyi unutmamak bunun için önemlidir. Karşımızdaki düşmanı tanımak, ona karşı en geniş ittifakı yaratmak, demokratik cumhuriyetin önünü açmak için Suphilerin mücadelesi ve deneylerini unutmamak gerekir. Tüm bunlar için Suphilerin partisi TKP’nin ayağa kaldırılması gerekir.

TKP’yi ayağa kaldırırken savunulacak ilkeler

Mustafa Suphi ruhuyla TKP’yi ayağa kaldırmak TKP adında bir parti kurmakla, kendisine komünist diyenleri etrafına toparlamakla, TKP’nin yayın organlarının ismini, sembollerini kullanmakla olmaz. Suphici devrimci ruhla çalışarak olur. Bu ruh şu üç ilkede buluşmayı ve savaşmayı gerektirir:

  1. İşçi sınıfının ve emekçi güçlerin, devrimcilerin demokrasi ve sosyalizm yolundaki mücadelerine yol gösteren pusulası, ideolojisi ve dünya görüşü hâlâ Marksizm-Leninizm’dir. Bu mücadelede onun devrimci örgütü, demokratik merkeziyetçilik ilkeleri temelinde çalışan Marksçı-Leninci komünist partisidir. Bu Parti mücadelesinde dünya işçi ve komünist hareketinin, Komintern’in, Stalin dönemi dahil Sovyetler Birliği’nin, reel sosyalizmin ve kendi ülkesindeki savaşların deneylerine dayanır. Bu deneyler günümüz ve geleceğimiz için zengin bir hazinedir.
  2. Suphilerin kurduğu TKP’de iki politik çizgi hep mücadele ede gelmiştir. Suphilerin Marksçı-Leninci çizgisi, diğeri de Şefik Hüsnü’nün burjuvaziyle uzlaşmacı, dayatmacı, reformist, likidasyon çizgisidir. Suphilerin devrimci çizgisini savunanlar Salih Hacıoğlu, Nazım Hikmet, İ. Bilen olmuştur. Şefik Hüsnü’nün uzlaşmacı çizgisini izleyenler Nedim Tör ve Şevket Süreyya, Kıvılcımlı ve Mihri Belli, Nabi Yağcı ve şürekası olmuştur. Aybar ve Boran dayatmacı tutumlarıyla bu likidasyon çizgisinde yer almışlardır. Şefik Hüsnü’den Nabi Yağcı’ya uzanan bu uzlaşmacı, Kemalist, likidasyoncu çizgi reddedilmeden, TİP’ten Kemalist Dev-Yol’a kadar sol güçlerin birliği adına kurulan birlikler, partiler, her boydan ve soydan kendisine komünist diyenleri toplama girişimlerinin yanlışlığı saptanmadan Suphilerin, Nazımların, Bilenlerin TKP’sini ayağa kaldırmak mümkün değildir. TKP’yi yeniden ayağa kaldırmak ancak Suphilerin çizgisi savunularak olabilir.
  3. Partinin strateji ve taktiğindeki yenilikleri çok iyi anlamak gerekmektedir. Partinin strateji ve taktiği hâlâ sosyalizm yolunda ileri demokrasidir. Dünyadaki ve her ülkedeki sınıf ve demokrasi, ulusal bağımsızlık mücadelesinin kapitalizmle sosyalizm arasındaki sistem savaşının belirlediği dönemde bu stratejinin temel öğesi sistem savaşında reel sosyalizmin yanında yer almak, onun savaşı kazanması için tüm güçleri savaşa karşı barış için seferber etmekti. Eğer sistem savaşını sosyalizm kazanırsa her ülkedeki sorunlar, Kürt sorunu gibi ulusal sorunlar, kalkınma ve işsizlik sorunları, gençlik ve kadın, çevre ve iklim sorunları “otomatik” olarak çözülecek, sınıf savaşı yeni bir boyut kazanacaktı. Ama sistem savaşını kapitalizm kazandı. İşçi ve komünist hareket derin bir yara aldı. Şimdi bu sorunların çözümlerini partinin strateji ve taktiği içine alıp yeni koşullarda partinin sosyalizme açılan ileri demokrasi stratejisini zenginleştirmektir. Bunun için Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla hesaplaşmak, onun soykırımcı, katliamcı karakteriyle yüzleşmek, Ermeni, Rum, Kürt ve diğer halklara uygulanan kırımları lanetlemek, onları itham etmek, günümüzde Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle dayanışmada bulunmak, Türk halkına bu mücadelenin haklılığını anlatmak, Türk milliyetçiliği ve şovenizmiyle mücadele etmek, barışçıl ve barışçıl olmayan yolları tartışmak, savaşa karşı barışın yanında yer almak, halkların eşitliği, özgürlüğü ve özerkliği temelinde demokratik bir cumhuriyeti savunmak sınıf mücadelesinin önünde en acil görev olarak durmaktadır. Türk ve Kürt halklarının, diğer halkların, işçi ve emekçilerin birliği sınıf ve demokrasi savaşımında ittifak politikasının temelidir. Ulusal sorun, Kürt sorunu demokratik bir çözüme kavuşturulmadan sınıf savaşı gelişemez, sosyalizme giden demokratik Türkiye oluşturulamaz. Kürt halkı özgürleşmeden Türk halkı özgürleşemez.

Seçim sath-ı maili’ndeki ülkede Mustafa Suphi ruhuyla savaşmak

Ülke önümüzdeki günlerde seçim sath-ı mailine girecektir. Seçim kampanyalarında Mustafa Suphi ruhuyla mücadele edilmelidir. Yığınların sokaklara, meydanlara çıkması sağlanmalı, onlar hem Erdoğan’ı ak oylarıyla devirmek için mücadeleye sevk edilmeli, hem yukarıdaki ilkeler temelinde partiyi ayağa kaldırmak için yeni kadrolar kazanılmaya çalışılmalıdır. Bu iki mücadele içiçe geçtiği sürece Erdoğan’ı devirmek daha kolay olacaktır. Erdoğan sonrasında demokrasiyi derinleştirmenin yolları açılacaktır.

28 Kânunisaniyi unutmamak, Mustafa Suphi ruhuyla bu seçim meydanlarında işçi ve emekçi yığınlar arasında çalışmak demektir. Erdoğan’ın yenilmesi için en geniş güçlerin harekete geçirilmesi demektir. Savaşa karşı barışı, halkları eşitliğini ve özgürlüğü, “hür milletlerin hür ittihatını”, demokratik bir cumhuriyeti savunmak demektir. Pahalılığa, zamlara, yokluğa, sefalete, işsizliğe, sömürüye, zulme karşı mücadele; savaşa karşı barış, talan ve yağmaya karşı yatırım ve kalkınma mücadelesi birbirine geçen sınıf mücadeleleridir, Erdoğan bu mücadeleler sonunda gidecektir. Suphileri anmak, 28 Kânunisani’yi unutmamak günlük mücadelelerde onların yolunda yürümekten geçer.

28 Kânunisani unutulmadı. TKP yaşıyor ve savaşıyor.

Fabrikalar kalelerimizdir! Nerede bir komünist varsa parti oradadır!

TKP – 1920         www.tkp-online.com