Blok Milletvekillerinin katılmadığı bir meclis meşru değildir

Blok Milletvekillerinin katılmadığı bir meclis meşru değildir,

çünkü halkların iradesini temsil etmiyor!

 

12 Haziran seçimleriyle Kürt halkı tarihinde bir ilk yazdı: Bu seçimde Kürt halkı yaşayan ve savaşan bir ulus olarak ortaya çıktı. Bunu hem kedi içinde birliği ile, hem de Türkiye’nin sol, demokratik devrimci güçleriyle kurduğu Blok’la gerçekleştirdi, önderliği etrafında sıkıca kenetlendi. Seçimlerdeki zaferiyle bunu kanıtladı. Bu zaferle hem Türkiye, hem de dünya kamuoyu Kürtlerin, Türklerle eşit haklar için verdiği mücadele yolunda yeni bir aşamaya geldiğini gördü. Bütün engellemelere rağmen kazanılan 36 Milletvekili bunu açıkca gösterdi. Kürt ulusunun birlikte yaşam için, Türk Parlamentosunda egemenliğin bölüşülmesi gerektiğini ortaya koydu. Seçim sonuçları Parlamento’da iki ulusun temsil edilmesi gerektiğinin bir ifadesi oldu. Bu yepyeni bir olgudur. Bu yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bundan geri dönüş yoktur. Bu realite bu topraklardaki en kadim halklardan biri olan Kürt halkının, son 30 yıldır süren kararlı mücadelesiyle kazanılmıştır.

Türk cephesinde bu gerçeği kabul edemeyen iktidardaki ırkcı kafalar, parlamento’nun ve egemenliğin “kardaeşce” Kürtler ve diğer halklarla paylaşılmasına karşı çıkıyor. Türkler dışında başka bir ulusu ve halkı kabul etmiyor, Türkiye’nin çok uluslu gerçekliğini zora ve entrikalara baş vurarak hala inkar ediyor. Kürtlerin seçimlerde kazandığı başarıyı hazmedemiyor, onların gerçekleştirdiği birliği bozmaya kalkıyor. Hatip Dicle’nin ve diğer Kürt miklletvekillerinin milletvekilliğinin kabul edilmemesinin özü burada yatmaktadır.

 

 

AKP’nin bu tutumu sadece Kürtlerin değil, Türk halkının ve diğer halkların iradesini hiçe saydığının isbatıdır. Ne Türk, ne Kürt, ne de diğer Türkiye halkları birbirine düşmandır. Halklar doğası gereği eşit, özgür paylaşımdan ve kardeşlikten, birlikte yaşamaktan yanadır. Kürtler bunu demokratik bir Türkiye ve özerk demokratik bir Kürdistan istemleriyle dünyaya ilan ettiler. Onlar bu gerçekliğin pratikte anayasada ve diğer yasalarda açıkca belirtilmesini istiyorlar. Zira halkların birinin eşitsizliği diğerinin esaretidir.

Ama Erdogan buna karşı çıkıyor, eşitsizliği ve esareti sürdürmek isiyor. Kendisini bir yandan bir Osmanlı Padişahı gibi görüyor, diğer yandan ABD’nin bölgede uşaklığını sürdürüyor. O, CIA’nin 1952’den beri Suriye’yi dörde bölme planlarını bugün hayata geçirme peşinde koşuyor. Yeni bir Osmanlı Imparatorluğu yaratmak için bölgede ateşle oynuyor.

BDP’nin Kürtlerle, Türklerle, Süryanilerle, Alevilerle, dindarlarla ve diğer halklarla ve onların değişik siyasi örgütleriyle oluşturduğu Blok’un seçilmiş milletvekilleri tek bir yumruk halinde Parlamentoyu boykot ederek egemen güçlerin manevralarını, AKP’nin prokokasyonlarını boşa çıkarttı. Erdoğan’ın gerçek niyetlerini açığa vurdu. Blok milletvekillerinin katılmadığı bir meclis meşru değildir, Türkiye halklarını temsil eden bir meclis ise hiç değildir. Kürtlerin, Süryanilerin, Lazların, Çerkezlerin, Ermenilerin, Rumların ve diğer halkların iradesinin oluşturmadığı, milletvekillerinin temsil edilmediği bir meclis asla meşru olamaz.

Demokrasi mücadelesi hiçbir zaman parlamenter mücadeleyle sınırlı değildir. Daha başında Blok milletvekilleri demokrasi için mücadledeyi hem parlamentoda, hem de parlamento dışında yürüteceklerini, halklarıyla beraber olacaklarını belirttiler. Bugün de halkın seçtiği bu vekilleri, Erdoğan’ın polisinin saldırılarına rağmen, halkıyla beraber meydanlarda savaşmaktadırlar. Bunlar için sorun milletvekili olmak değil, halkın haklı davasını zafere götürmektir, Kürt sorunun barışcıl demokratik çözümünü sağlamaktır. Bunun için Türkiye’nin demokratik tüm iç dinamiklarini devletin baskısına, tutuklamalara, askeri operasyonlara karşı harekete geçirmektir.

Erdoğan Kürt Ulusal Demokratik Hareketinin kazandığı başarıyı kırmak için içerde polis ve askerini Kürt halkın üstüne sürmekle kalmıyor, tüm dış kaynakları, onların içerdeki temsilcilerini, vakıflarını, üniversitelerini harekete geçiriyor. Bu yeni de eğildir. Türkiye hem islam aleminden, hem de ABD’den ve Avrupa emperyalist merkezlerinden sözde bilim adına çalışmalar yapan vakıflarla, üniversitelerle doludur. Bunlar Kürt konusunda da tarafsız, sınıfsız, dindar veya dinsiz itilaf çözen gruplar olarak ortaya çıkmaktadırlar. Bunların baş destekcilerinden biri Soros’tur. Bunlar bilim adına çıkardıkları safsatalarla, Türkiye’de gelişen iç dinamiğin, devrimci demokratik hareketin yönünü saptırmaya çalışıyor, Kürtlerin bugün demokrasi savaşımında ele geçirdikleri inisiyatifi dumura uğratmak, hereketi geriye götürmek istiyor. Bunların Erdoğan’a eleştirel bakışları, düşünce akrobatlığından başka bir şeydeğildir. Bunlar teslimiyetci bir uzlaşmayı propaganda ediyorlar, hedefleri yığınların gözünü boyamak, onları şaşırtmak, halkların aydınlık ufkunu karartmak, irdesini kırmaktır. Bunların para babalarının isteği de budur ve bugün ortaya atılmaları da bir raslantı değildir.

Ne Kürt ne Türk halkının böyle “hakemlere” ihtiyacı vardır. Türk ve Kürt işçi ve köylüleri, emekçileri, esnaf ve aydınları, gençleri ve kadınları, sol ve demokratik güçleri, Emek-Demokrasi ve Özgürlük Blok’unu daha da güçlendirecekler, elde ettikleri inisiyatifi bırakmayacaklar, mücadeleyi yalnız Kürdistan’da değil, Türkiye’nin her tarafına yayacaklar, yeni zaferlele taçlandıracaklardır.

 

Türkiye Komünist Partisi, TKP 1920                                      26.06.2011

 

 

www.tkp-online.com