Kürt sorununun barışcıl çözümü için demokratik bir Türkiye şarttır!

Kürt sorununun barışcıl çözümü ve demokratik bir Türkiye için AKP Hükümetinin, Erdoğan’ın gitmesi gerekiyor!

 

Kürt ve Türk sol ve demokratik güçlerinin birliği bir zorunluktur !

 

AKP Hükümeti, Kürt halkına karşı toptekün politik, ideolojik ve askersel bir savaş açmış durumda. 17 Ağustostan beri Kandil’i, Güney Kürdistan’ı ve Kuzey Kürdistan’ı havadan ve karadan bombalamaktadır. Şimdiye kadar binlerce Kürt yerinden, yurdundan ve canından oldu. Türkiye’de ise Kürdistan dağlarında askeri operasyonlar, şehirlerde de polis baskınları, yığınsal tutuklamalar, insan avı aralıksız sürüyor. Zindanlar Kürt özgürlük savaşçıarıyla doluyor. Gerilla ve asker tabutlarının gelmediği, anaların ağlamadığı bir gün yok. Erdoğan kana doymuyor. Savaş ve zulüm diyor.

Erdoğan hükümetinin Kürtlere karşı bu savaşı “ustalık” döneminde daha da azgınlaştı. Erdoğan’ın çıplak faşist diktatörlük hevesi iyice kabardı. Kürt halkının ulusal bilinç ve direnişini kesin kes kırmaya yöneldi. Bunun için O, yalnız PKK’ya değil KCK’ya, DTP’ye ve BDP’ye saldırıyor, onları terörist gösterererek, her türlü yalan ve dolana baş vurarak halktan koparmaya çalışıyor, durmadan kan döküyor, Kürt siyasetcilerini temerküz kampları gibi kamplarda toplamayı planlıyor. Gelişmeler bu toplama kaplarının daha da sistemleşeceğini gösteriyor.

 

Bu şaşılacak bir durum değildir. Erdoğan ve çevresi şöven-faşist yapılarıyla, otoriter-baskıcı tutumlarıyla devletin resmi görüşü Türk-islam sentezinin ödünsüz savunucuları ve uygulayıcılarıdır. Bunların tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil görüşüne sarılmaları yeni değildir. Demokrasi konusunda orduyla bunların “çatışması” yoktur. Ne ordu, ne de Edoğan demokrattır. Özde ne Erdoğan orduya, ne de ordu Erdoğan’a karşıdır. Ordu ve kemalistlerle AKP arasında çıkar kavgaları vardır. Ordunun tepesindeki holdingçi generallerle AKP arasındaki çatışma iki burjuva partisi arasında olan çıkar ve iktidar çatışmalarıdır. Şimdi bu kavga sonçlandı. Bunlar ülke nimetlerinin paylaşımında, halkın soyup sömürülmesinde anlaştılar. Bunlar ülkeyi kendi çiftlikleri gibi görüyorlar.

 

Bunlar arasındaki çatışma birinin iyi, diğerinin kötü olduğu, birinin demokrat diğerinin otoriter olduğu anlamına asla gelmez. Böylesi palavralar, halkın bilinçini çarpıtmak için kimi liberaller tarafından yapılan propagandalardır. Geçmişte de bugün de islamcısı, orducusu tüm egemen güçlerin her kanadı her zaman Kürtlere, komünistlere ve işçi sınıfına karşı birleşmişlerdir. Ordusu da, AKP’si de Kürtlere ve komünistlere, işçi sınıfına karşı birer ceberrut diktatördürler.

Erdoğan bugün Amerikan şemsiyesi altında Feytullah cemaatinin desteği ile Türkiye’yi yeni baştan dizayn ediyor, yapılandırıyor. Türkiye tarihinde burjuvalar, hiç bir zaman emperyalist güçlere bu derecede uşaklık edememişti. Bu dizaynda yine tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil daha güçlü olarak ortaya çıkacaktır. Bu neofaşistler, yeni Osmanlıcılar, emperial islamcılar Cumhuriyetin kuruluşundan beri kemalistlerin tam olarak bastıramadığı, “kökünü kazıyamadığı” Kürt siyasi hareketinin, komünist hareketin, demokarsi hareketinin kökünü kendilerinin “temizleyeceğini” ileri sürüyorlar, bunu dünya kamuoyuna açıkca ilan ediyorlar. Bu hareketlerin örgütlerini ve eylemliklerini terörist yaftasıyla suçluyor, bunların üstüne askeriyle, polisiyle, Özel Harekat Timleriyle, savcılarıyla yürüyor, en barbar yöntemlerle zorbalığını sürdürüyor. Her gün yenileri tutuklanıyor, yenileri öldürülüyor. Bunların daha önceki söylemleri pratikteki uygulamalarıyla taban tabana zıttır. Bunlar, burjuva diktatörlüğünün en geri biçimi olan faşist uygulamalardır.

Türkiye’yi yönetenler Cumhuriyet kurulduğundan beri kendine Türk diyen halkların ulusal çıkarlarıyla taban tabana ters politikalar uygulamışlar ve günümüze kadar bu politikayı sürdürmüşlerdir. Erdoğan günümüzde bu ihanet politikasının hem en kaba, hem en sinsi ve sahte uygulayıcısıdır, emperylistlerin taşeronluğunu yapan en onursuz işbirlikcisidir. Erdoğan ABD için Ortadoğu’da Afrika’da, Balkanlar’da ve Kafkaslar’da kestaneleri ateşten alan maşadır.

Erdoğan, dışarda ABD maşalığa soyunurken, içerde de en başta Kürt halkını ve demokratik güçleri hedef alıyor. O, bir yandan deşet saçarak Türk aydınlarını korkutmaya çalışıyor, diğer yandan da Kürtlerin başına bomba yağdırıyor. Bugün Türkiye üzerinde adeta Frankenstein hayaleti dolaşıyor. Erdoğan hükümetinin ekonomik kültürel ve sosyal politikası, 90 yıllık uygulamanın bütün özgüllüklerini ideolojik, politik ve örgütsel olarak taşımaktadır. Türk egemen burjuvazisi başından beri bu ülkede diktatörlüğünü sürdürmektedir. Bu egemenlik bugün asker ve sivillerden oluşan tekelci oligarşik bir yapıya ulaşmıştır. Bunlar arasında sürekli çıkar çatısması vardır. Bu da doğaldır. Bu çatışma günümüzde derinleşerek sürmektedir. Bunların kendi çıkarları hiç bir zaman tüm Türkiye halklarının ve uluslarının çıkarlarına uygun olmamıştır. Ama bu egemenler kendi çıkarlarını halkların çıkarlarıymış gibi gösteriyorlar, yalan söylüyorlar, seçimden seçime verdikleri sözlere ihanet ediyorlar. Bu konularda onlar ustalaşmışlardır. Bu manüpilasyonla hakların bilincini körletiyorler, halkları birbirine düşman ediyorlar. Bunlar 90 yıldır Kürt halkının varlığını inkar ediyor, bütün değerlerini imha ederek asimile etmeye çalışıyorlar.

Kürt halkı 3000 yıldan beri Kürdistan’da, kendi toprakları üstünde yaşıyor. Devrin zorbaları Kürdistan’ı önce 2’ye sonra da 4’e bölmüşlerdir. Bugün Kürt halkı dört parçaya bölünmüş Kürdistan topraklarında yaşamaktadır. Türk egemen güçleri yıllardan beri Türk halkına çarpık tarih bilinci veriyor. Türkler daha Anadoluya gelmeden binlerce yıldan beri bu topraklarda yaşayan halklardan birinin Kürtler olduğu gerçeğini kendi halkından saklıyor. Kürtler, ne Balkanlar’dan, ne Kakaslar’dan, ne Arabistan ve Iran’dan gelip Türk yurduna, Osmalı torağına yerleşmiş bir halk değildir. Tersine Kürt yurduna gelip yerleşen Osmanlılardır. Kürtler kendi toprakları üzerinde yaşayan kadim bir halktır. Kürtler hiç kimsenin malına mülküne, toprağına göz dikmemiştir. Kürtler Suriye’de, Irak’da, Iran’da ve Türkiye’de yaşıyor olmaları Kürdistan’ın 4 devlet tarafından işgal edilmesinden, 4 parçaya bölünmesinden kaynaklanıyor. Bu parçaların dördünde de feodal ilişkiler bilinçli olarak korunmuş, konserve edilmiş, üretici güçlerin gelişmesi engellenmiştir. Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkiler yasaklanmıştır. Kürdistan’ın bu parçalanmış halinin sürdürülmesi için 4 çete devleti hep birlikte hareket etmiş, bu halkın gelişmesini engellemiş, ulusal bilincinin gelişmesini körletmeye çalışmıştır.

Ama her halk gibi Kürt toplumu sosyal gelişmenin yasallığı gereği tüm sınıf ve katmanlarını ortaya çıkarmıştır. Son 30 yılda bu halk topyekun olarak büyük bir gelişme kaydetmiş, salt kendi güçüne dayanarak Kürdistan’ı işgal eden devletlere karşı baş kaldırmış ve ulusal kurtuluşu için direnişe geçmiş ve savaşmaya başlamıştır. Işgal devletlerin sınır kontrollerini de aşarak kendi aralarında ilişkiye geçmiş ve ulusal birlikleri yönünde adım atmaya başlamışlardır. Kürtlerin bugün vardığı ulusal bilinç ve birlik düzeyi her dönemkinden daha fala güçlüdür ve yok edilemiyecek bir güçe ulaşmıştır. Ne uçak bombardumanları, ne tank topları, ne leaser ışınları, ne de kimyasal imha silahları ve Frankenstein tipli özel timleri, Kürt toplumunu yok edemez. Her halk gibi Kürt halkı da onurlu bir halktır, onurunu satmaz. O, bugün yalnız kahrmanca bütün halkların kardeşliği ve eşitliği ıçin savaşan gerillaya sahip değil, aynı zamanda siyaset, bilim, sanat ve kürltür alanında yetişkin binlerce kadroya ve milyonlarca sivil kadro olacak potansiyele sahiptir.

Kürt özgürlük hareketi her dört parçada işgalci devletin halklarıyla beraber demokratik özerklik temelinde birlikte yaşamak istiyor. Bu politikayı kendisine Türküm diyen halkın ve Türk olmayan diğer halkların çok iyi anlaması gerekir. Zira hepsinin ortak çıkarı eşit haklar temelinde birliktir. Halkların bu birliğinin gerçekleşmesini, 90 yıldır bu halkları yalan-dolan dolaplarla kandıran, birbirine düşüren bir avuç egemen burjuva azınlığı istemez. Bu birliğe karşı çıkan, savaş açan bu para-babalarının hükümetleri, bir bir yıpranıp gittiler. Şimdi de Erdoğan’ın gitmesi gerekir. Gidecektir de. Amerikan’ın ve Amerika’da yaşayan Feytullah’ın gölgesinde Türk faşitleri, bir ilki başardılar. Erdoğan’ın şahsında hükümet oldular, devleti tümüyle ele geçirdiler. Ekonomik alt yapıyı ve kültürel, hukuksal, tinsel üst yapıyı, orduyu, polisi, yargıyı, ilk okuldan üniversiteye kadar eğitimi, basın yayını ele geçirdiler.

Erdoğan 60’lı yılların komünizimle mücadele dernekleri, Milli Türk Talebe Birliği gibi Kürt ve komünist düşmanı milliyetci, kafatascı, turancı derneklerinden gelmedir. O, Büyük Turan, Büyük Islam Birliğinin militanlığını sürdüren Erbakan ve Türkeş’in, Nihal Atsız gibi kafatascı neslinin yetiştirmesidir. Abdullah Gül, Abdullah Çatlı, Muhsin Yazıcıoğlu, Mümtaz’er Türköne, Hüseyin Gülerce, Fehmi Koru ve daha niceleri bunların mutfağında piştiler, kalanlar Feytullah’ın cemaatinde militanlaştılar. Mehmet Ağar bunların abileridir. Bunlara sonra polis akedemilerinde, ABD’de CIA’nın elinde ve Avrupa’da güvenlik servislerinde eğitilmiş yeni yeni kadrolar, stratejistler katıldı. Başbakanın danışmanları, radyo, televizyon, basın yayın sorumluları bu kadrolardan seçiliyor. Zaman gazetesi, Yeni Şafak Gazetesi, Star Gazetesi, Takvim gazetesi gibi gazeteler ve sayısız siteler bunların tetikciliğini yapıyor, kamuoyu oluşturuyor, halkın beynini yıkıyor. Yasin Doğan (Yalçin Akdoğan), Hüseyin Gülerce, Fehmi Koru, Mustafa Karaalioğlu gibileri Erdoğan’a PKK’ya, Kürt halkına karşı savaşta yön ve yöntem veriyorlar. Bunların gözünde Kürt halkının ulusal ve demokratik haklarını savunmak teröristliktir. PKK ve Öcalan’la görüşülsün demek teröristliktir. Bunlara mesafeli davranmayan teröristir. Bunlar, Kürt halkının iradesinin temsilcisi olan, Türkiye yasalarına göre kurulmuş, hiç bir gizli eylemi olmayan DTK’yı, BDP’yi ve onun halk tarafından seçilmiş milletvekillerini, halkın iradesini tanımak istemiyorlar. Bunlar, bu BDP değil başka bir BDP gereklidir diyorlar. BDP’nin nasıl olması gerektiğine kendileri karar veriyorlar. Kimi Kürt işbirlikçi liberal aydın ve siyasetcilerini ve kimi Türk liberallerini BDP ve DTK’nın üstüne sürüyorlar. Kürt özgürlük hareketini parçalamaya ve PKK’yı saf dışı etmeye çalışıyorlar. Bunların amacı bugün Kürdistan’daki devrimci durumu karşı devrime dönüştürmektir.

Bütün bunlar Kürt sorununda çözümsüzlükten başka bir şey getirmiyorlar. Erdoğan ve tayfası uluslararası gericilikten ve içerdeki yardakcılarından güçünü alıyor. Ama bu, defalarca denenmiş bir yoldur. Kürtler barış diyor ve Imralı’daki Öcalan’ın muhatab alınmasını ve önerilerinin kabul edilmesini istiyor. Bunun için Öcalan’la görüşmelere en kısa zamanda başlanmalıdır. Türkiye halkı da bunu istiyor. Bu da hem Türk hem de Kürt halkının çıkarlarına uygundur. Barışın yolunun açılmasını hem Kürt hem de Türk halkı bekliyor.

Kürt halkının özgürlüğü, barışcıl çözüm önerileri Türk halkının ulusal çıkarlarına da uygundur. Tabi ki, Erdoğan’ın, Feytullah Gülen’in ve ABD’nin çıkarlarına değil! Bugün önümüzde Erdoğanları, Feytullahcıları ve ABD’yi geriletmenin tek yolu vardır. Bu da sürekli devrimci bir güç olan Kürt Özgürlük hareketinin Türkiye çapında Türklerle ve Türk olmayan bütün halklarla birlikte ortak cephesini kurmaktır, hareket birliğini sağlamaktır. Türkiye’nin demokratikleşmesi ancak Türk ve Kürtlerin ortak eseri olabilir. Bu güç barışı istemeiyen Erdoğan Hükümetini devirecek, barış ve demokrasiyi getirecek tek güçtür.

Türkiye Komünist Partisi- 1920                                                                      01 Eylül 2011

www.tkp-online.com