Ürün Yayın Kuruluna cevap

Ürün Yayın Kuruluna ve tek tek yoldaşlara                                                   02.08.07

Çağrımızla ilgili verdiğiniz cevabı okuduk. 10 Eylül’de ortak bir gece yapma konusundaki çağrımıza ne evet ne de hayır diye açık bir yanıta rastlamadık. 

Çağrımızı ve yaptığımız eleştirileri, kişisel ve dargrupcu anlayışından çıkarak ele alıyorsunuz, birlikte eylem yapmamak için bahaneler arıyorsunuz. Bu tutum partiye zarar vermekten başka bir şeye yaramaz. Bunları biz size TKP’nin birer üyesi olarak yazıyoruz. Siz bize ne kadar kara çalarsanız çalın, ne derseniz deyin, biz bir üye olarak görevimizi yapıyoruz. Bu sırf bir görev değil, aynı zamanda hakkımızdır da. Biz bu görevimizi 2003 ve 2004’de yaptığımız 10 Eylül çağrılarıyla yerine getirmeye çalıştık. Bu tarihe kadar beklememizin nedeni, Türkiye’deki partiyi yeniden yapılandırma çalışmalarına müdahale etmeme anlayışından kaynaklanıyordu. SIP’in TKP ismini gasp etmesiyle; ülkedeki partililerin parçalanmışlığı bizim için daha da açıklık kazandı. Bu parçalanmışlığa ve başı-bozukluğa son vermek için siz de dahil, Türkiye’de bir sıra yoldaşlara ulaşmaya çalıştık. Bu çabalarımız sonuç vermedi.
TKP imajını veren gruplar biribirlerine karşı kemikleştiklerini ve kendi içlerinde de bölünmelere gittiklerini gördük. Bu gün artık bireysel ve grupsal çıkarlar, egoizm parti çıkarlarının önüne geçmiştir. Batı Avrupa’daki Ürün Dergisinin temsilcisi Ürün (TKP) diye kartvizitler yaymaya başladı. Bu ise kendi dışında var olan parti üyelerinin iradesine bir saldırıdır, Ürün dışında faaliyet götüren gruplara karşı da bir provokasyon niteliğini taşır. Bir tek ben varım, benim dışımda kalanlar, isteyen benim arkamda gelsin demektir. Bu bölücüklükten başka bir şey değildir. Bu kabul edilir bir tutum değildir, partililk ruhuyla bağdaşmaz, ayrı bir rota da gitmek ve bölücülüğün önünü açmaktır. Buna ne sizin ne de diğer grupların hakkı vardır. 

Savaş Yolu, Ürün, Bakü Ruhu, 10 Eylül, Mustafa Suphi Kültür Merkezi, IGD, Tüm-IGD, Birlik ve Dayanışma, IKD gibi kuruluşlar legal kuruluşlardır. Bunların yöneticileri belli, yazı kurulları belli, dağıtıcıları belli, kısaca onların yapıları bellidir. Bu da doğaldır, çünkü bunlar legal faaliyetlerdir. Ortada laf götürüp getirenler de bellidir. Bunu her kes bilir. Deve kuşu olmayalım. Bu legal kuruluşların, çalışmaları gizli değildir. Bu yapılırsa çok basit bir saklambaç oyunu olur. Bundan hem parti zarar görür, hem de bu legal çalışmalar. 

Durum böyleyken neden bu legal kuruluşlar, bir araya gelip konuşamıyor, birlikte bir geceyi yapmayı beceremiyor? Bunun bilgisizlikle, acemilikle ilgisi yoktur. Bu bireyciliktir, egoizmdir.

Kanımızca her parti üyesinin, bir yandan 10 Eylülü birlikte kutlama girişmini savunurken, diğer yandan da bu eylemi sabote etmek isteyenlere karşı çıkaması ve onlara dur demesi gerekir. Bu her bir üyenin partililik hakkıdır ve aynı zamada görevidir. Biz de böyle bir hak ve görevimizi kullanıyoruz. Partililer, partinin birliği ve dirliği konusunda hiç kimseden icazet almazlar. Bu birliği savundukları için de komünistirler. Bu Leninci bir ilkedir. Biz kimseye illegal bir misyon yüklemiyoruz. Gece gündüz kendilerinin böylesi misyonları olduğunu söyleyenler, bu laflarını çıkardıkları dergilerde de dile getiriyorlar. Işçi sınıfı bu misyonunu kendisi çoktan yüklenmiştir. Işçi sınıfının da yaftalara ihtiyacı yok. 

Ürün’e illegal bir örgütlenme misyonu yükleyen onu çıkaranlardır. Biz legal bir eylem için çağrı yapıyoruz. Ürün legal ve çıkaranları belli olan bir dergidir. TKP’nin ne merkez ne de yan, ne de legal yayın organıdır. Bunu biribirine karıştıranlar, legalle illegal çalışmaları birbirine karşı getiren kötü komünistlerdir. 

Bizim önerdiğimiz toplantı, tamamen legal bir toplantıdır. Aynı gelenekten gelenlerin, şimdiye kadar olduğu gibi ayrı ayrı değil, birlikte hazırladıkları bir topantının yapılmasıdır. Bu ne bir TKP toplantısıdır, ne de konferans veya kongresidir. Bu TKP’nin kuruluş yıl dönümü kutlamasıdır ve Türkiye’de de ilk defa yapılmıyor. Bizim çağrıyı tüstav sitesinde yayınlamamız, partimizin tarihi ile ilgili alanda bir çalışma yapmasından ileri geliyor. Tüstav legal bir kuruluştur. Bu sitede parti tarihiyle ilgili katıldığımız veya katılmadığımız görüşler serbestce yapılmaktadır. Biz de bu sitede görüşlerimizi serbestce yayınlıyoruz. Bu sitede bu parti bitmiştir diyenler var, hayır bitmedi, yaşıyor, savaşıyor diyenler de var. Biz yalnız tartışmaları bu sitede değil, imkanımız olsa bütün medyada yaparız. Ama ne yazık ki, biz çağrımızı size göndermemize rağmen, siz kendi sitenizde verdiğiniz yanıtla birlikte mektubumuzu, okoyucularınıza iletmediniz. Bu da sizin tutumunuzla bağlı bir
meseledir. Eğer siz kendinizi bağımsız bir sosyalist dergi olarak görüyorsanız, bu tutmunuzdan dolayı sizi eleştiremeyiz. Ama siz kendinizi, Ali Kınali’nın yaptığı gibi bir TKP merkezi yayın organı olarak görüyorsanız, o zaman bizim de söyleyeceklerimiz vardır. Yaptığınız her bakımdan yanlıştır. Eğer Ürün TKP’nin bir merkez organı olarak lanse ediliyorsa, kamu oyunda bu imaj yaratılıyorsa, bu gerçeği çarpıtmadır ve Ürünü çıkaranları da aşan bir konudur. Bu konu bütün TKP’lileri ilgilendirir. Bunun için Ürün (TKP) gibi belirlemer büyük hatadır. Bu işin sadece dışa yansıyan tarafıdır. 

Işin özü ise Ürün’ün içeriği ile ilgilidir. Bu konuda da söyleyeceklerimiz vardır. Ürün’ün «Türkiye Komünist Partisi geleneğini yaşatan kadroların sesi» oldğunu iddia ediyorsunuz, ama derginizde TKP geleneğinden tek bir yazı yok. Ne Yakup Demir’in, ne I. Bilen’in, ne de A. Saydan’ın yazılarına rasladık. Biz göremedik. Varsa yanılgımızı düzeltebilirsiniz. Ama Derginizde TKP’lilikle, onun geleneği ile ilgisi ilişkisi olmayan bir sıra yerli ve yabancı burjuva sosyalizmini savunan yazı gösterebiliriz. Bu yazılar TKP’nin gelenek ve anlayışıyla taban tabana çelişiyor. TKP geleneğinin sesiyiz, devamcısıyız gibi söylemler laftan öteye geçmiyor.

Ürün’de TKP geleneği ile bağdaşmayan yayın örneklerine gelince:

1- Taha Parla’nın kitabı

Biz kitapdan bir alıntı yaparak, kitapdaki anlayışın ne Marksiz-Leninizmle ne de TKP geleneği ile bağdaşdığını belirtmek istedik. Bunu da somutunda Uygarlık konusunda bir alıntıyla gösterdik. Biz açık mektubumuzda diyoruz ki : 

« Ne var ki, Ürün TKP’nın görüşlerini değil, burjuva aydın ve yazarlarının görüşlerini savunan bir dergi konumuna gelmiştir. Günümüzde burjuvaziyi başka bir cepheden eleştiren, ama amacı bujrjva düzenini stabilize etmek olan postmodernist görüşleri yaymaktadır. Onlar bunu yaparken, TKP’lileri, ilerici ve demoktaik güçleri bu tartışmanın çemberine çekmek ve boğmak istiyorlar. Toplumu değerlendirmede sınıfsal açıdan bakışı körletiyorlar. Türkeye’deki postmodern görüşlerin merkezi olan Boğaziçi Ünüversitesi öğretim üyelerinden biri olan Taha Parla’nın özünde burjuva devlet yapısı ve felsefesini savunan yazılarını kitap haline getirip kendi kadrolarına tavsiye etmesi kendilerinin bileceği bir iştir. Ama bunu TKP adına yapmaya kalkarsa, bu o zaman bütün TKP lilleri ilgilendirir. Ürün Yayinları arasinda „Türk Sorunu“ diye yayınlanan Kitap, mektubumuzun esas konusu degil. Ancak kitabın 182.sayfasında: „Uygarlik denen şey henüz emekliyen bir olgu“ deniyor ve şöyle devam ediyor:
“Ama çok daha felsefi biçimde, daha humanist biçinde uygarlığın kritiğini yapan insan var. Rousseau dan, Freud a, Tolstoy dan Marx a, dürüst liberallere kadar. Ve Uygarlıklar diye bir şey yok.“. Bu Prof-beyefendinin, burjuva medeniyet salastasının içine Marx’ı da kırmızı bir sos olarak kullanması, bizleri dolaysız olarak ilgilendirdiğ i için, .M-L klasiklerinin ve özellikle Marx ın medeniyetler üzerine söylediklerini bu mektubumuzda belirtmek gereğini duyduk. M-L klasiklerimize göre medeniyet; ilkel komunal düzenden sonra, sınıflı toplum düzenlerin ilki olan kölelik düzeniyle başlıyor, feodal ve kapitalist ve onun yüksek bir aşaması olan, yaşadığımız emperyalist dönemde de devam ediyor. 17 Ekim devrimiyle beraber, eski sömürü toplumunun yanı sıra yeni tipte bir medeniyet daha ortaya çıkar ve reel sosyalizmin yıkılışına kadar devam eder. Insanlık tarihi bugün bir kalıt seklinde de olsa, temeli sömürüsüz bir düzene giden medeniyeti de yaşadı ve yer yer de yaşıyor. Marx 
daha o zaman sömürü toplum düzenlerini, köleliği, feodalizmi ve kapitalizmi ve bunların sömürü biçimlerini sıralarken,.“Bunlar esaretin üç büyük biçimidir, aynı zamanda medeniyetin üç büyük çağı için karakteristik olandır…“ „… medeniyetin temeli, bir sınıfın diğer sınıfı sömürmesidir“ der. MEW: 21, S. 170,171

„Türk Sorunu“ kitabında yalnız medeniyet degil, kitapda sözü edilen sosyoloji, psikoloji, felsefe, ulus, kimlik, demokrasi, devlet, kültür, laiklik, barış, ordu, savaş, sınıf, birey, toplum, ahlak gibi terimler, özünden soyutlanarak tamamen burjuva dünya görüşüyle ele alınmakta, mevcut sorunları klişeleştirerek marksizme, leninizime aykırı bilim dışı teorilerle anlaşılmaz ve çözülemez sorunlar yığını olarak ortaya koymaktadır. 

Bu görüş ve teoriler, Emperyalist merkezlerden yapılan yayınlararın Türkiye’deki verziyonlarıdır. Taha Parla da bu konuda yalnız değildir, Murat Belge, Mete Tuncay gibileri aynı işlevi görmektedirler. »

Siz ise açıklamanızda, bizim yazdıklarımızı, Marx’ın medeniyetler konusunda aktardıklarımızı eksik bir şekilde koyuyuorsunuz ve çarpıtıyorsunuz. Onun için alıntıyı olduğu gibi aktarmayı uygun gördük. 
Biz Taha Parla’nın görüşlerine ilkesel olarak karşıyız. Ürünün değerlendirmelerine katılmıyoruz. Hantington militan bir biçimde kendi sınıfının temsilcisi olarak konuşuyor ve gerçeği çarpıtarak emperyalizmi savunuyor. Taha Parla’ya gelince, O kendisini Hantington’u eleştiren bir pozisyonda olduğunu göstererk, medeniyetlerin olmadığını söyleyip sınıfsal konumlardan kaçıyor, sömürenlerle sömürülenler arasındaki mücadelede orta bir koridorda oynuyor. Kendi tezini haklı çıkarmak için, Marx’ı burjuva düşünüreriyle ve liberallerle aynı torbaya koyuyor ve Marx’ın medeniyet üzerine söylediklerini es geçiyor, eklektik bir anlayışla taban tabana zıt görüşleri bir araya getiriyor. Bizim bunu söylememiz Ürün’ü nedense gocunduruyor ve bize Taha Parla’nın ne kadar işçi dostu olduğunu izah etmeye çalışıyor.

Biz Taha Parla’yı şahsen tanımayız, işçi dostu olmasına seviniriz. Ama Marxizm-Leninzmi temel alan bir yazısına rastlamadık, ne ki tersi yazılarına sık sık rastladık. O işçi şınıfı dostu olduğu kabul edilse bile, işçi sınıfı konumlarından hareket etmiyor. Burjuva hümanizmi ile işçi sınıfı hümanizmini, burjuva ahlakıyla komünist ahlakı karıştırıyor; haklı savaşlarla haksız savaşları bir sayıyor, bu savaşların arkasında duran sınıfları görmüyür, bu savaşları dinler savaşı olarak lanse ediyor, bir dini diğerinden daha saldırgan olduğunu yazıyor. Haklı savaşları inkar eden, pasifistlerle, haklı savaşları savunanları ayni kefeye koyuyor. O, şöyle diyor: “Belki çok realist olmayan bir pasifizm ama, hristiyanlığın bağnaz türlerinin eleştirmeni olan hümanist Erasmus’un çok güzel bir lafı vardır: en adaletsiz barış bile en haklı savaştan daha iyidir.” Parla açıkca halkların ve işçi sınıfının haklı savaşını inkar ediyor. Ürün yazanlarına şunu sormak lazım: Faşizme karşı Sovyetlerin Anayurt Savaşı haksız bir savaş mıydı? 

Eğer Parla işçi dostuysa böyle konumlarda yer almaması gerkir. Ama almıyor, burjuva konumlarını savunuyor. Onun bir devlet veya özel ünivrersitesinde çalışması, “devrimcilik”, “solculuk” yapması bir burjuva sosyal bilimcisi olmasından kaynaklanıyor. O kendi görevini yapıyor. 

Sınıflı bir toplumda Boğaziçi Üniversitesi de dahil, hangi üniversite olursa olsun, yapılan çalışmalar o düzende egemen olan görüşün geliştirilmesi ve yayılmasıyla sınırlıdır. Bu açıdan bakıldığında burjuva üniversitelerindeki sol, neoliberal, neomarksist, postkomünist, postmodern gibi tüm söylemler burjuva sosyal bilimler çerçevesini aşamaz ve işlevleri ise toplumdaki ihtilafları uyuşturmaya yönelik konsepler geliştirmektir. Dün olduğu gibi bugün de buunu yapanlar burjuva sosyalizmini savunanlardır. Bunların seminerleri parti seminerleri değildir.

Taha Parla özu itibariyla burjuva sosyalizmini savunanlardan biridir. Ama böylesi bir kişinin yazılarının, TKP geleneğinin taşıyıcı olduğunu iddia eden Ürün Sosyalist Derginin yayınları arasında çıkmasını yanlış buluyor ve bunu ideolojik berraklığa karşı bir saldırı olarak görüyoruz. 

Postmodernizmin bütün verziyonları da dahil olmak üzere sürekli bir şekilde emperyalist düşünce merkezleri tarafından ileri sürülen yeni yeni moda görüşler, onların bütün sosyaolojileri, psikolojileri, tarih, felsefe ve ekonomi anlayışlari işçi sınıfının bilimsel dünya görüşü olan Marxizmi-Leninzmi çarpıtmaya, işçi sınıfının ideolojisini bulandırmaya yöneliktir. Biz Postmodernizme kaşıyız demekle karşı olunmaz. Bunu pratikte jşçi sınıfının idelojisinin berraklığını savunarak göstermek gerekir. Ürün ise bunu yapmamakta ayak diretmektedir. 

2- Monthly Review Bağimsız Sosyalist Dergisi

Ikinci eleştirimiz Monthly Review Bağımsız Sosyalist Dergisi ile ilgilidir. Postmodern, postkolonial, neoliberal, nekonservativ, neomarksist gibi benzeri görüşlerin merkezi özellikle Ikinci Dünya Harbinden sonra ABD’deki beyin yıkama kurumlarıdır, ABD Üniversite ve araştırma enstitü ve merkezleridir. Bunların uluslararası kolları da vardır. Monthly Review dergisi buralarda çıkan görüşlerin propagandasını yapan bir dergidir. Bu dergi kendisini bağımsız sosyalist dergi olarak adlandırmaktadır. Ölünceye kadar derginin başında olan Paul Zweezy Amerikan Istihbarat Servisinde çalışmış birisidir. Çalıştığı kurum, devamı CIA olan OSS’in (Office of Strategic Service) Analiz ve Araştırma bürosudur. (Paul M. Zweezy ile Söyleşi: Utopie kteativ, H. 163(Mai 2004) S.402-412) 

O adı geçen söyleşide , kendisinin marksizme yönelmesinde belirleyici olanın Troçki’nin Rus Devrimi Tarihi Kitabını okumakla başladığını söyler. Yine aynı söyleşide Zweezy Monthly Review dergisinin marksist teoriye katkısı sorulduğunda, Derginin daima Marx’a doğru yöneldiğini, reformist ve revizyonist değil devrimci olduğunu, ama aynı zamanda dogmatik ve fundamentalist olmadığını, Marx’ın asla herşeye ve hiç bir seye son sözü söylemedi inancina bağlı kaldığını, her şeyi değiştirmek isteyen revizyonistlderle hiç değiştirmek istemeyen iki kanat arasında kalarak, fundamentalist ve dogmatik olmayacak şekilde marksizmi koruduğunu söyler. Yine Derginin ismiyle ilgili bir sorya yanıt verirken, Derginin alt başlığı olan “Bağimsız Sosyalist Dergi” adının kendi vizyonları olduğun belirtiyor ve “Sizin için bağımsızlık ne anlama gelir” sorusuna da “birisi tarafindan dikte ettirilen politik bir çizgiden bağımsız olmaktır” yanıtını veriyor. Cambridge’de Komünist partisiyle ilişkiniz
oldumu sorusuna da şöyle yanıtlar: “Asla formel (resmi) ilişkiler olmadı… Özellikle aşırı ideolojik dogmatik tutumundan dolyayı hiç bir zaman üye olmayı denemedim…” Bunu da Ingiltere Komünist Partisi için belirtiyor. 

Görüleceği gibi Zweezy burada marksizmi savunmuyor, tersine onu bir orta yola getiriyor. Oysa Marksizm-Leninizmde iki yol arasında, doğru ile yanlış arasında üçüncü bir yol yoktur. Kendisi açıkca marksizmi savunan ve marksizme karşı çıkan her iki görüşünde yanlış olduğunu savunuyor ve en doğru yolun kendilerinin yolu olduğunu söylüyor. 

Derginin bu çizgisinin imanlı taşıyıcılarından biri de Harry Magdoff’tur. Bu kişinin de enteresant bir yaşam süreci vardır. O, Başkan Roosvelt’ New Deal döneminde devlet aparatında yükselmiş bir kişidir. Önce Philadephia’da kurulu olan Çalışma ve Geliştirme Idaresinin Ulusal Teknolojik Işsizlik ve Yeniden Istihdam Komitesine katıldı… Sonra New York’a döndü. Bir dizi imalat sanayi firması içın ayrıntılı üretkenlik önlemleri geliştiren bir projeyi yönetti. Bu proje için çalışırken, Çalışma Bakanlığı tarafından hala kullanılmakta olan tek tek imalat sanayiilierindeki üretkenliği ölçen bir yöntem geliştirdi. Araştırmasının sonuçları 1939 yılında Production, Employment, and Poductivity in 59 Manufacturing Industries, 1919-1936 (1939a) isimli kitap boyutlarındaki bir hükümet raporu olarak basıldı. 

WPA projesinin ardından Magdoff, Washington D.C. deki Ulusal Savunma ve Danışma Kurulunda, Askeri Gerekler Bölümü ile birlikte, savaş dönemindeki tam kapisiteye dayalı üretim halinde ortaya çıkabilecek olan darboğazları ele almak amacıyla sınayi kapasite ve üretkenlik konularıyla uğraşan Sivil Gerekler Bölümünün yönetimini üslendi…. Daha sonra Magdoff’a sanayi çalışmalarını izleyen Savaş Üretimi Kurulunda yer alması teklif edildi. Metal işleme sanayilerindeki üretim kapasitesini değerlendiren WPB-732 aylık istatistik verilerinden sorumlu program geliştirme görevlisi olarak atandı… 1944 de savaşın sonuna yaklaşılmışken Magdoff Ticaret Bakanlığının Cari Işler Analiz Bölümünde sorumlu baş ekonomist oldu… Görevleri arasında kabine toplantılarına haftalık ekonomik raporlar yazmak ve ekonomik gelişmelerle ilgili diğer analizleri hazırlamak da vardı… Ticaret Bakanı (eski Başkan Yardımcısi) Henry A. Wallace 1946 da Magdoff’dan özel yardımcısı olmasını istedi. Genel ekonomik danışman olmayı pek istemediği ve Ticaret Bakanlığındaki baş ekonomist rolünü tercih ettiği için, konumu tereddütle kabul etti. Kendisine Standartlar ve Sayım Bürosunun çalışmalarını denetleme görevi verilmişti. Aynı zamanda Wallace’nin, Başkan Truman’la yaptığı kabine toplantıları için haftalık ekonomik raporları da yazıyordu. (Bak: www.Sedika.Org) Magdoff daha sonra Monthly Review dergisnde çalıştı.

Ürün Dergisi de Şubat-Mart 2006 sayısının arka kapağında Magdoff’un ölümüyle ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır: 

“Marxist düşünür Harry Magdoff Yoldaşı kaybettik

Emperyalist karşıtı görüşleriyle tanınan Amerikalı Marksist düşünür Harry Magdaoff yoldaşı 1. Ocak 2006 tarihinde kaybettik.
21. Ağustos 1913 yılında, Rusya’dan göç eden yoksul bir yahudi ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen Magdoff marksizmle ilk dfa 15 yaşında, tesadüfen girdiği bir ikinci bir el kitabında tanıştı. Sosyalizmi Marks’ın kitaplarından ögrendi. 
1969 yılında Amerika’da kapitalizme ve emperyalizme karşı en tutarlı eleştirileri getiren sosyalist yayınlardan biri olarak bilinen Monthly Review dergisinin ortak editörü oldu. 
Harry Magdoff, kapitalizmin ve emperyalizmin marksist analizini yapan bir ustaydı. Küresel kapitalizmin krizi konularında bir çok eser verdi. Dünya komünist hareketi ve devrimci yapılar ondan çok şey öğrendiler. Ömrünün son günlerine kadar bildiği her şeyi bıkmadan usanmadan her ulustan genç öğrencilere aktarmayı bir görev saydı. 
Hiç bir karşılık beklemeden, bütün ömürlerini devrime adayan dünyada Magdofflar, ülkemizde binlerce isimsiz komünist varoldukca ne Avrupa Konseyinin ne de bir başka emperyalist odağın gücü, komünizmi halkların belleğinden silmeyi başaramıyacaktır. 
Harry Yoldaş, ölümüyle bize büyük bir boşluk bıraktı. 
Anısı önünde saygıyla eğiliyor, tüm dünya işçi sınıfının ve ezilen halkların başı sağ olsun diyoruz.”

Ürün Dergisi Magdoff’a yoldaş diyebilir, bu kendisinin bileceği iştir. Ancak Magdoff’ların TKP yoldaşlığı ile, TKP’lilerin amaç ve ilkeleriyle bir ilişkisi yoktur.

Biz Ürün Dergisinde yayınlanan bu görüşlerin TKP’nin görşlerine karşı olduğunu belirtmek istiyoruz.Ürün dergisinin andığı “Yoldaş” Magdoff’un kim olduğunu yukarda açıkladık. O, içerde Truva atı olarak emperyalist devletin harp ekonomisinde krizden çıkış yollarını gösterdi, çareler aradı, devlete ve hükümete önermeler yaptı. Öte yandan da marsizm mantosu altında boy gösterdi. O, Lenin’in emperyalizm teorisinin aşıldığını isbatlamak için yeni emperyalizm adı altında Marks’ı ve Lenin’i çarpıtarak yenicilerin saflarında kaldı. Onun ortak editörü olduğu derginin amacı da budur. Bağımsız sosyalist, bağımsız marksist, bağımsız, partisiz komünist, doğmatik olmayan, iki uç arasında orta yolda cambaz gibi oynayan bir dergi. O, dığer bir dizi ortak ülküdaşları gibi, işci sınıfının bilimsel dünya görüsü Marksizmi-Leninizmi karartmak için eylemlerine devam ediyor, kadroların kafasını karıştırıyor, kafaları çökelekle dolduruyor. Bunu da “usta” bir çekilde yapıyor. Onun yerini
dolduracak emperyalist odakların sırada bakleyen daha çok apolegetleri (emepryalizmin militan imanli savunucuları) , bunların Türkiye uzantıları vardır. Bunu da hep birlikte göreceğiz. 

3- Irak ve Saddam konusu

Üçüncü eleştirimiz Irak ve Saddam’la ilgili görüşlerinizdir. TKP komşularıyla ilgili politikasını Marksizm-Leninzm ve proleterya enternasyonalizmi ilkeleri temelinde çizmiştir. Her şeyden evvel o ülkelerin işçi sınıfı ve emekci halklarıyla dayanışma tememlinde hareket etmiş, Orta Doğu’da ve Balkanlar’da, Kıbrıs’ta sorunların halkların eşitliği, bağımsızlığı, kardeşliği ve dayanışması temelinde barışçıl yoldan çözümlenmesini savunmuştur. 

Partimizin iç politikası da, Türkiye sınırları içinde yaşayan değişik ulusların, halkların tümüyle ilgilidir. Bu politika bunların ekonomik, sosyal, politik, ideolojik bütün yaşam alanlarını kapsar. Bunu sınıf temelinde ele alır. O bunu yaparken sınıfsal olanla ulusal olanı karşı karşıya koymaz. Partimiz her zaman proleteryanın uluslararası çıkarlarını ulusal çıkarların önünde tutmuştur. Ulusal politikası da bu çerçevede çizilmiştir. 

Lenin, tarihsel materyalizm temelinde bir toplumun analizinden çıkarak, somut tarihsel koşullarda ortaya çıkan sınıflı toplumlarda SINIFLAR biribirinden ayrılan insan gruplarıdır der. Bu gruplar tarihsel olan bir toplumsal üretim sürecinde aldıkları yere göre, çoğunlukla yasalarda belirlenmiş olan üretim araçlarına olan ilişkilerine göre, emeğin toplumsal örgütlenmesindeki rolüne göre, bunu takiben sahip oldukları topluumsal zenginlikten aldıkları payın alış biçimine ve büyüklüğüne göre biribirinden ayrılılar. Toplumsal ekonominin belli bir sisteminde aldıkları yerler sonucunda, sınıflar, biri diğerinin emeğine el koyan insan gruplarıdırlar. Lenin in bu bilimsel sınıf kategorisini anlamadan ULUS katagorisini anlamak imkansizdir. Bilindiği gibi ulus, tarihsel toplumsal bir düzenin somut koşullarında hem yapısal hem biçimsel olarak, toplumsal, ekonomik, sosyal yaşam birliği, dil ve kültürde ortak yaşam birliği olarak ortaya çıkar. İçeriği ise sınıfsal ilişkiler tarafından
belirlenir. Bu ilişki objektiftir. Insanların iradesinin dışındadır. Sınıf ve ulus kategorileri burada kesişir. Birisi üretim araçlarına sahipliği ile, mülkiyet ilişkileriyle belirlenir, diğeri ise ekonomik, kültür ve dil birliği ile şekilleniyor. 

Ulusal çıkarlar Türkiye sınırları içinde yaşayan Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Arnavut, Rum, Ermeni ve diğer ulusların çıkarlarıdır. Bu uluslardan işçi ve emekçiler Tükiye nüfusunun çoğunluğunu oluşturur. Başta Türk egemen sınıfı olmak üzere diğer uluslardan egemen sınıflar azınlıktadırlar. Türk ulusunun egemen güçleri sınıf olarak, Türküm diyenlerin çok ufak bir kesimini temsil eder. Bu azınlık sınıfı diğer uluslardan egemenlerle kader birliği etmiş, işçi ve emekçilerin sömürüsüne dayanan geleceklerini ABD ve AB gibi dış emperyalist erkezlerle bağlamışlardır. 

Ülkemizde egemen olan sınıfın çıkarlarıyla, hem Türk ulusunun ezici çoğunluğunun, hem de her ulustan işçi ve emekçilerin ulusal çıkarlarıyla antagonist bir şekilde çelişir. Her bir ulustan işçi ve emekçilerinin çıkarları bir yandan kendi ulusundan egemenleriyle, öte yandan da egemen olan Türk ulusunun egemenleriyle antagonist olarak çelişir. Bu halkların kendi aralarındaki tarihten gelen objektif farklılıklar, antagonist değil, halklar arası eşitlik, kardeşlik ve barış temelinde çözülecek uzlaşır çelişkilerdir. Gelişme düzeyleri farklı da olsa, savunulması gereken bu halkların ortak proleter kültürleridir, ortak çıkarlarıdır. 

Imparatoluğun sonlarında başlayan, Cumhuriyetle birlikte devam eden gelişmede ortaya çıkan ve çoğunlukta olan bir Türk ulusu vardır. Bu egemen olan ulustur, Türk ulusudur. Bunun milliyetciliğini Türkiye’deki ezilen ulus ve halkların milliyetciliği ile karıştıranlar, bunun ikisini de aynı şeymiş gibi gösterenler vardır. Bu yanlış bir görüştür, partimiz bu gibi görüşlerle savaşmıştır. Bu Türkiye’deki özgül olarak süre gelen ekonomik, sosyal, politik gelişmelerin bir sonucudur. Türkiye’deki üretim biçimi bütün bu çelişkileri dışa vuruyor. 

Bugün Türkiye’de sanayide, ticarette, bankalarda, orduda, bürokraside egemen sınııflar ulusal çıkarlar kisvesi altında Türkler dışındaki ulusları, halkları inkar ediyor, karşı karşıya getiriyor, işçi ve emekçileri birbirine kırdırıyor. İçerde ülkenin işçi ve emekçilerine saldırıken, bunu,”ulusal birlik” adı altında, dışarda da ulusal çıkarlar palavrası altında komşu devletlere karşı saldırıya geçiyor. Milliyetciliğ i, şövenizmi, ırkcılığı körüklüyor. Irak’a girmenin planlarını hazırlıyor. Yıllarca Saddam Hüseyin’le yaptıkları anlaşmalar gereği Irak’a girip Kürtler’e saldıran, Türkiye Hükümetleri, şimdi de uluslararası güçler dengesine bakarak Kerkük’e kadar gitmeyi planlıyor. 

Buna karşın, partimiz Türkler dışında kalan tüm diğer ulusların ayrılma da dahil, kendi kaderlerini belirleme hakkını savunmuş, bu Leinci ilkeye her koşulda bağlı kalmıştır. Türk devletinin yayılmacı politkalarına hep karşı durmuştur. 

Ulus devlet kavramı zırva bir kavramdır, doğru olan ulusal devlet kavramıdır. Türkiye bir devlettir, bu devletin de sınırları vardır ve bu sınırlar içinde yaşayan değişik uluslar ve bu ulusal kökenlerden gelen değişik sınıflar vardır. TKP tüm uluslardan oluşan işçi ve emekçilerin, aydınlarının partisidir, avangart koludur. Her şeyden evvet egemen sınıfın milliyetciliğine karşı savaşır ve diğer uluslardan yurtseverlerin demokratik mücadelesini destekler, ezen ulusun milliyetciliği ile ezilen ulusların milliyetciliğini birbirine karıştırmaz ve karıştırana da karşı çıkar. Partimiz sosyalist bir ulusla burjuva ulusunun kimlik tanımlamasını sınıfsal açıdan ele alır. Kimlik cinslerle açıklanamz. Bu doğa, toplum ve düşüncenin yasallıklarını ters yüz etmektir. Insanı belirleyen öz, toplumsal ilişkilerin bir toplamı olmasıdır. Insan doğası gereği maddi bir varlıktır, doğa ile bağlılığı burdan kaynaklanır. O düşünmeyen ve amaca yönelik eylemliğe yabancı olan hayvan da, bitki de
değildir. Insan, amaca yönelik çalışması ve düşünmesi sayesinde bütün dığer varlıklardan ayrılır, tarih boyunca gelişir. Yaratılmış bilgi ve birikimleri kullanır. Doğaya egemen olur, doğayı kendi yaşam koşulları ve gereksinimlerine yanıt verecek duruma getirir.
Bu varlık yani insan bir sınıflı toplumda başkadır, sınıfların kalktığı komünist toplumda başkadır. Kimlikler Amerikan sosyolojisi ve psikolojisiyle izah edilemez. Üst ve alt kimlikler, cins veya birey kimlik tanımlamaları özünde M-L bilimine karşıt görüşlerdir. 

Enternasyonalizm, Marksizm-Leninizm diye ortaya çıkan derginizde partimizin bu politikasını göremiyoruz. Amerikan emperyalizminin Orta Doğu’daki yayılmacı harbcı politikaları yeni değildir. O, Irak’ı işgal etmeden önce de Arap halklarını birbirine kırdırdı, Irak-Iran savaşını yıllarca kendi maşaları eliyle sürdürdü. Milyonlarca insan öldü. Avrupa emeperyalistleri de bu savaşlardan büyük vurgunlar vurdular. Iran-Irak savaşında Mollalar rejimi bir tarafta , diğer tarafta da Saddam ve Baas Rejimi halkın kanını emdi. Bu savaşta iki canavarın arasında kalan Kürt halkı ve diğer azınlıklar oldu. Kürdistan onların muharebelerinin geçtiği en yoğun alan oldu. Halepçe’de bir gecede, bir anda binlerce Kürt imha edildi. Bunu yapan yine Saddam Hüseyin’di. 
Bu onun işlediği ilk cinayet de değildi. Türk hükümeleriyle anlaşarak Türk ordusunun Irak’a hem havadan hem karadan girmesini sağlayan yine Saddam Hüseyin idi. Saddam Hüseyin yalnız Kürtlere değil, her şeyden evvel Irak komünistlerini, işçi ve emekçilerinin, aydın ve demokratlarının bir numaralı düşmanıydı. O Amerikaya göre küçük bir diktatördü, ama Irak halklarını, işçi ve emekçilerini, komünistleri ve aydınlarını ezecek güçteydi. 

Saddam Hüseyin’in bu canavarlıklarını görmemezlikten gelip, Amerikan emperyalistlerinin barbar saldırılarına karşı Irak halkının, Arap halklarının baş direnişcisi olarak kahraman ilan etmeniz anlaşılır bir tutum değildir.
Tarihteki harplere bakıldığında büyük canavarlar küçük canavarları riayat etmediği koşullarda ortadan kaldırmışlardır. Kendisinin intihar etmemesi onun kahraman olduğunu göstermez. Hitler’se çok daha büyük kanlı bir canavardı. O da teslim olmadı. Intihar etti. Ama onun intiharı asla bir kahramanlık olarak görülmedi ve görülemez. Eger Amerikalılar Saddam’la Hitler’i karşılaştırıp, onu idam sehpasına götürmelerine gerekçe olarak kullandılarsa, bunun nedeni, Saddam rejiminden mağdur olan halkları ve işci ve emekcileri kendi tarafina çekmek içindir. ABD’nin Saddam’ı asması onun canavarlığını, antikomünizmini, emperyalist istilacılığını temize çkaramaz. ABD, dün olduğu gibi bugün de bölgemizde ve uluslararası alanda, barışın ve halklar arası dostluğun en büyük düşmanıdır. ABD’nin ne Irak’ı işgal etmeye hakkı vardır, ne de Saddam’ı veya bir başka halkın yöneticisini yargılmaya, öldürmeye, idam etmeye hakkı vardir. Saddam’ı yargılamak ve ona hak ettiği cezayı vermek Irak halkına, Araplara, Kürtlere ve diğer azıniklara aittir, Baas Partisine değil. Her halkın kendi iç sorunlarını kendisinin çözmesi gerekir. 

Sizin Saddam Hüseyin’e odaklanıp, Baas Partisinin konumlarına derginizde geniş çapta yer vermeniz, TKP geleneğinin takipciliği ile bağdaşmaz. Ürün TKP’nin bir yayın organı olmadığı gibi Baas Partisinin de bir yayın organı olmaması gerekir. Ürünü çıkaranlar Arap kökenli olabilirler veya hiç te Arap kökenli olmayanlar olabilir. Ama bunlar kendilerine TKP’nin geleneğine bağlı olduklarını söylüyorlarsa, yayınlarında parti politikasına ters düşen bir tutum takınamazlar, Baas Partisinin milliyetci, şövenist araplaştırma politikasını, hem kendi, hem de diğer halklara düşmanlığını ve yaptıklarını görmemezlkten gelemezler. Orada ezilen halkların milliyetciliğini şövenizm olarak göstermek, bunu egemen olan Arap ulusunun milliyetciliğ i ile, onun şahsında Saddamcılıkla yer değiştirmek büyük bir çarpıtmadır. Bu TKP’nin politikasına taban tabana zıttır. Partimizin hangi din olursa olsun, dine dayalı bir sistemi desteklemez. Onu sosyalizm olarak göstermeye kalkanlarla savaşır.
Irak’daki savaş özünde uluslararası çıkarların odaklandığı bir sınıf savaşıdır, dinler savaşı değildir. Bu direnişin temel hareket güçleri işçi ve emekçilerdir.

Partimizin Türkiye’deki diğer uluslarla ilgili politikası açıktır. Parti, her ulustan yurtseverlerin, devrimci demokratların kendi halkı arasında örgütlenmelerini destekler ve teşvik eder. Eger sizler partili değil, birer Arap yurtseveri, devrimci demokratı olarak hareket ediyorsanız ve Ürünü de bu amaçla çıkarıyorsanız, o zaman bu anlaşılır bir tutum olur. Bu yöndeki her doğru çıkışınızı partinin desteklemesi gerekir. Bu diğer uluslar, Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Rumlar, Ermeniler ve diğerleri için de geçerlidir. Onların parlamento içi ve dışı ulusal demokratik çıkışlarını destekler. Fakat TKP imajı vererek Arap milliyetciliği yapılmasına karşıdır. Bunun TKP ve TKP’lilikle bir ilgisi yoktur. 

4- Program ve Tüzük meselesi

Bizim çağrımızda 1920, 1926, 1973, 1983 programları ve tüzüklerine değin iyi veya kötü bir değerlendirmemiz olmadı. Belirttiğiniz gibi yeni “siyasal ve örgütsel bir çizgi önerimiz” de yoktur. Bu sizin hüsnü kuruntunuzdur, dedikodularınızdır. Kanıtlanamıyacak bu dedikoduları yaparak partili iseniz parti suçu işliyorsunuz.

Bu Program ve tüzüklerin tümü partinin tüzük ve programlarıdır, partinin malıdır. Şiko’yu da Yelkenci’yi de bağlar. Bu program ve tüzükleri biribirinden ayıran sizsiniz. Biz önerimizi tekrarlıyoruz. Bugün hala partiliyim diyenlerin ezici çoğunluğu 1973 Tüzük ve Programını kabul ederek partiye girmişlerdir. Biz sizlerin partili olup olmadığınızı da bilmiyoruz ve sormuyoruz da. Bu kurumsal bir meseledir. Bizim işimiz değildir. 1983 Programını kabul edenler yine bu üyelerdir. Bizim için de her 4 program ve tüzük de bağlayıcıdır. Program ve tüzüklerin eksik ve hatalarının düzeltilmesi ve yeniden onaylanması konferans ve kongre işidir. Bu tek tek parti üyelerin ve grupların, fraksiyonların işi de değildir. Ürün dergisinin veya partili olmayanların işi ise hiç değildir. Üyeler konferansa veya kongreye bir taslak sunabilirler. Bu her üyenin hakkıdır. 

Biz 2004 yılında yaptığımız çağrıda, “Girişim, bu ilkeler temelinde TKP’lileri ve yeni üyeleri bir araya getirmeli, bir konferans toplamaya çalışmalı ve görevi konferansta parti organlarının yeniden seçilmesiyle son bulmalıdır. Reel sosyalizm yıkılmasıyla dünyada ortaya çıkan yeni süreçleri, uluslararası işçi ve komünist hareketin ve uluslararsı sermayenin durumu hakkında çözümlemeler getirecek yeni program ve tüzük hazırlığı, eski program ve tüzüğe bağlılık temelinde yeni parti organlarının görevi olmalıdır” dedik. Her kesinde göreceği gibi bir “keyfilik” veya “siyasal ve örgütsel çizgi önerisi” yok. Bu açıklamalarımız Tüstav sitesinde yayınlandı. 

Biz nasıl bir politik çizgi izlediğimizi ve bu çizginin Mustafa Suphi’nin, Nazım Hikmet’in, Yakup Demir’in, A.Saydan’ın ve I. Bilen’in çizgisi olduğunu defalarca yazdık ve yayınladık. Bu çizginin dışındaki her odağa karşıyız. Biz dedikoduların değil yazdıklarımızın arkasındayız. Ama siz Markscı-Leninci örgütsel, politik ve ideolojik bir çizgi yerine TPK’nin adını kullanarak, TKP’den atılmış, sağda solda kalmış insanları yeni bileşenler diye toplayarak, Parla ve Magdoff gibilerinin ideolojik çizgisinden bir aşure yapıyorsunuz ve bunu da devrim ve sosyalizm lafları altında TKP’nin çizgisi olarak dayatıyorsunuz. Böyle bir çizgi ise burjuva sosyalizminin çizgisidir. Böyle bir çizgi TKP’nin çizgisi olamaz. 

TKP Yıl dönümü çağrımızı çarpıtarak TKP’yi kurmak gibi bir çabamız olduğu çarpıtmasını yapıyorsunuz. Bu parti 1920 den beri vardır. Suphilerin, Şefik Hüsnülerin, Nazımların, Reşat Fuatların, Yakup Demirlerin, Aram ve Bilenlerin Partisi olan TKP’yi odaklarla tarif eden sizsiniz. Siz kendinizi açıkca Ürün (TKP) diye ilan ettiniz. Bu çıkış bölücülüğü körüklemekten başka bir şey değildir. Böylesi bir çıkış partimiz tarihinde bir ilk de değildir. Ürün Partisi gitse gitse, Esat Adillerin, Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Bellilerin vardıkları yere kadar gidebilir. Ürün Partisi TKP’nin Markscı-Leninci geleneğine ters, burjuva sosyalizmini partimize dayaatan bir hareket olmaktan öteye geçmiyecektir. Hangi grup olursa olsun, böyle bir yolu takip ederse aynı akıbete uğrayacaktır.

TKP Leninci ilkelere göre kuruldu. Martov’un ve Troçki’nin anlayışlarıyla, üyelik normlarıyla kurulmadı. Bugün de bu böyledir, Leninci normlarını koruyor. Her komünistim diyen, her sosyalistim diyen, her marksistim ve devrimciyim diyen partiye üye olamaz. Partiden atılmışlar, partiden ayrılıp başka partilerde üye olan ve görev almış kişiler partinin üst organlarınca durumları incelenip bir karara varılmadan partiye alınamaz, genel sekreter de dahil hiç bir parti üyesi böylelerini rehabilite edemez. Bu konuda partiye dayatmacılık yapamaz. 

Karmaşık ve zor bir dönemden geçtiğimiz bu süreçte kimin üye olup olmadığına ciddi bir inceleme sonunda konferans veya kongre karar verecektir, sözü edilen odaklar değil. Böylesi bir konferans veya kongreyi toplamak hiç bir grubun işi değildir. Hiç bir grup kendisini parti ilan edemez, ben partiyi kurdum gelin arkamdan diyemez. SIP örneğinde olduğu gibi, partilileri kimse oldu-bittilerle karşı karşıya bırakamaz. Bu aşamada partinin birliği ve dirliği her şeyin üstündedir, hiç bir grup ve odağın çıkarları değil. TKP’li olmak demek birlik için öne atılmak, TKP’lilerin birliğini sağlamaktır. Köşede kıyıda kalmış partili partisiz unsurlarla parti bileşenleri oluşturulamaz. Partinin bileşenleri yukardan aşağıya veya aşağıdan yukarıya bütün örgütleri ve organlarıdır ve bunların kopmaz birliğidir. Biri diğerinden ayrı yaşayamaz. 

Biz çağrımıza tekrar dönecek olursak, kendisine TKP’liyim diyenlerin 10 Eylülde bir araya gelmeleri gerekir. Bunun için hiç bir objektiv engel yoktur. Olsa olasa sübjektif engeller olabilir. Komünistler sübjektifzmi körükleyemezler. Bu gruplar sadete gelip, bu gece için çalışmaya geçmesi gerekir. Bunun içinde tek bir gündem maddesi yapılmalı. Içeriği’de bu eylemin nasıl yapılacağı olmalıdır. Eylemde ayrı rotalara sapmamak için ortak bir yıl dönümü afişi yapılabilir ve hepimizin tanıdıği eski, yaşlı bir yoldaşımız bir konuşma yapabilir. Bu odakların, grupların veya birimlerin veya TKP dışında olanların yayınlarının satılmasına müsaade edilmemelidir. Kısa bir müzik programıyla son bulmalıdır. Böylesi bir ilk birliğimize ve partimize büyük yararı olacağı kanısındayız. Bu analyışla tüm yoldaşlara başarılar dileriz. 

Ş. Durmaz – N. Yelkenci